Şehir Üniversitesi’ne el konuldu da yarınlara yanlış bir örnek daha bırakmaktan başka ne oldu?

61
Reklam

AK Parti’ye eleştirel yaklaşanlar iki ana öbekte toplanabilir: 

Çeşitli sebeplerle AK Parti’nin varlığına karşı oldukları için ne yapmışsa hepsine toptan karşı çıkanlar; bunlar birinci grubu teşkil ediyorlar…

İkinci grup ise, AK Parti’yi diğer partiler gibi bir parti olarak gördükleri için onu eleştirilmez bulmayan ve dolayısıyla yanlış yapmışsa onu dile getirenler…

Kendimi ikinci gruba yakın görüyorum.

Öyle gördüğüm için de “AK Parti…” diye başlayan cümlelerde toptancı bir yaklaşım fark ettiğimde irkiliyor, bir tartışma ortamındaysam, AK Parti’nin doğru yaptıklarını, iyi niyetlerle yapmaya çalıştıklarını belirtme ihtiyacı da duyuyorum.

AK Parti’nin 17 yıllık iktidarında doğru yaptığı pek çok iş var.

“Hangisi daha çok, yanlışları mı, doğruları mı?” diye sorarsanız, başlangıcında ve uzun bir süre sonrasına kadar doğrularının yanlışlarından fazla olduğunu, son yıllarda ise yanlışlarının doğrularını fena halde solladığını söylerim.

Son zamanlarda yanlışları birbiriyle yarış ediyor görüntüsünde.

Reklam

Böyle olduğu için de tartışma ortamlarında doğrularını savunmak giderek zorlaşıyor AK Parti’nin…

Partinin varlığıyla kendi varlıklarını ortak gören siyasilerde, medya mensuplarında, bürokratlarda bir çözülme, bir bıkkınlık, hatta geleceğe dönük umutsuzluk hissinin yaygınlaşıyor olmasının en önemli sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Bilinç altının bilinci rahatsız ettiğine dair belirtiler fazlasıyla ortaya çıkmaya başladıysa bundandır.

Örnek olay: Şehir Üniversitesi

Şehir Üniversitesi’nin başına gelenler galiba bir kırılma noktası teşkil edecek.

Benim Şehir Üniversitesi ile, seneler önce bir davet üzerine gidip gazetecilik konusuna ilgi duyan bir grup gençle konu üzerinde fikir teatisinde bulunmam dışında, kişisel herhangi bir ilişkim olmadı. 

Hakkında hep iyi şeyler duyduğum ve başarısını uzaktan takip ettiğim bir eğitim kurumudur Şehir Üniversitesi

Onu zihnimde herhangi bir isimle bağdaştırmadığımı da söyleyebilirim.

Ahmet Davutoğlu fikir babalığını yapmış, Murat Ülker başlangıcında maddi destek vermiş, Ömer Dinçer yakın zamanlarda mütevelli heyet başkanlığını üstlenmiş olabilir; hepsini tanıdığım bu insanlarla Şehir Üniversitesi arasında doğrudan bir ilişki hiç kurmadım. 

Reklam

Görevleridir diye düşündüm.

AK Parti iktidarı döneminde Şehir Üniversitesi kayyıma devredildi.

Bunun anlamı, Şehir Üniversitesi’nin kendisini Şehir Üniversitesi yapan kadroyla ilişkisinin kesilmesi demek.

Marmara Üniversitesi’nin bir uzantısı haline dönüştürülmüş oldu Şehir Üniversitesi…

Demokrasilerde yol açmamak titizliği gerekir

Üzerinde düşünülmeyi hak eden bir başka yönü var bu el koymanın: Yarınlar için kötü örnek teşkil etme ihtimali yönü…

Demokrasilerde hiçbir iktidar ebed müddet değildir; uzun veya kısa, her iktidarın bir ömrü vardır. Zaten bu sebepledir ki, seçimle iktidara gelenler yine seçimle iktidarı terk etmek zorunda kalacaklarını bildikleri için, kuralları fazla esnetmez, geriye kötü miras bırakmamaya çalışırlar. Kendi dönemlerinde yaptıklarının kendilerinden sonra için yanlış örnek haline dönüşmemesini sağlamaya çalışırlar.

Zaten demokrasiler ile demokratik olmayan sistemler arasındaki en önemli fark da budur. Sandıktan çıkmayan yönetimler kural dışılığa kayabilir ve kalıcı rahatsızlıklara sebep olabilirler. Askeri dönemler çeşitli ülkelerde sonradan hesabı sorulması gereken icraatlara sahne olabildiği halde, demokrasilerde devr-i sabık (hesap sorulması gerekmeyen eski dönem) olmaması bu sebeptendir.

AK Parti’nin övünebileceği icraatlardan biri, geçtiğimiz 17 yıl içerisinde pek çok üniversitenin açılmasına vesile olmasıdır. Yalnızca çok sayıda devlet üniversitesi açılmadı bu 17 yıl içerisinde, AK Parti ile zihni bağları bulunan vakıflar ve özel şahıslar da yüksek öğretim kurumlarına ev sahipliği ettiler.

Şehir Üniversitesi’nin bir kamu bankasıyla kredi alış-verişi yüzünden kurucusu olan vakıfla irtibatının koparılması, onun başarılı bir eğitim kurumu olmasında emekleri geçen kadronun devre dışı bırakılması, herhalde en çok benzer iyi niyetlerle oluşturulmuş diğer vakıf ve şahıs üniversitelerini rahatsız etmiştir.

Etmediyse etmeli.

İktidarların her icraatı onlardan sonra iktidara gelecekler açısından örnek haline dönüşebiliyor çünkü.

Yarın sandıktan farklı ve AK Parti’nin iyi ve doğru icraatlarına bile eleştirel yaklaşan bir siyasi kadro çıkar ve o kadro AK Parti döneminde yapılmış hayırlı icraatları dahi ortadan kaldırmak için kolları sıvarsa ne olacak?

Galiba bu soru AK Parti çevrelerinde hiç akla gelmiyor.

Oysa gelmeli.

Gelmeli ve her icraata “Bizden sonraya etkisi ne olabilir?” sorusu eşliğinde karar verilmeli.

Şehir Üniversitesi ile ilgili tasarrufa gidilirken o soru sorulsaydı, öyle sanıyorum ki, var olan sorunun çözümü için çok daha değişik bir yöntem bulunabilirdi.

Hala bulunabilir.

Demokratik bir ülkede yaşıyoruz ve demokrasilerde hiçbir iktidar ebed müddet değildir, bu sebeple de geriye kötü bir miras bırakmamak en doğru yöntemdir.

ΩΩΩΩ

Reklam

61 YORUMLAR

  1. Merhaba,

    Ak parti nin size göre yanlışlarının yanında doğruları da olabilir. Görüşünüze saygı duyuyorum fakat 17 yıllık dönemde ülkede olup bitenlere baktığımızda size katılmıyorum. Olmaz denilen herşey bu dönemde oldu. Bu kadar beceriksiz ve liyakatsız bir grubun bir daha ülke yönetimine geleceğini düşünmüyorum. Daha kötüsü olmaz diye umut ediyorum.

  2. fehmi bey yukardaki yorum yapan arkadaslar biraz manasız yazılarla kafa şişirmişler aslanda somut
    birşey yok ulkeninin icindeki durumlardan bir haber ler iste tamda bunun icin son 70 yıldır ileri demokrasiyi yakalayamadık neden ?cunki isine gelmeyeni asla kabul etmemek sırf onun siyasi gørusu
    yüzünden dogruda olsa dinlememeyiz oysa tamda bu yüzden kaybediyoruz kendi secdigimiz vekiller secilenden sonra seninle iliskisi kesiliyor siz gørdunuzmu yada duydunuzmu bir gun kendi liderine bu yanlış dediğini okuduğum yazılarda bir tane olumlu bir satir okumadım biraz nurdan hanimin yazilarinin beğeniyorum oda yazmamış

  3. Biyandan “türkiye uganda değildir” diyerek iktidar «saflarına» eleştiriler yöneltirken diğer yandan da “bugün bana yarın sana; ona göre haa..!” söylemiyle yargıya müdahale edip rövanşizmin serin sularında kulaç atmak nasıl bir mantığın ürünüdür bilemiyorum ama herkes öncelikle otoriteye saygılı olmayı öğrenecek! “Yarın devran dönerse biz ne yaparız?”kaygısıyla karar veren bir yargı sistemini özleyenler elbette olabilir ya da bu yolla türk yargısına gözdağı vermek isteyenler çıkabilir..! Ama bu türden şark kurnazlıkları eski türkiyeye özgü taktiklerdir ve günümüz şartlarında bi işe yaramazlar… çifte standardı nerde görsem tanırım..!

  4. bu ara, sporla ilgilenen arkadaşlara bir sorum olacak.
    – Bu galatasaraya başkanlık sistemi mi uğradı.
    – Uçuşunun sebebini merak ettim şimdi.
    – Allah uçmaktan geri bırakmasın.

  5. fehmi bey merhaba!
    – adamlar zaten korkuyorlar, batan gemiyi nasıl terkederiz hesabındalar. siz de daha fazla korku veriyorsunuz.
    – Kalbi olan var, ingilizce bilmeyen var. varoğlu var.
    – biraz insaf edin.
    – Hesap sorma, çalınan paraların peşine düşme gibi sübliminal mesajlar vermeyin.
    – Yazıktır, günahtır.
    – Hayır, bir de gemiyi ilk terkedeceklere fare muamelesi yaparlar. sonrakiler bu şekilde yırtar. bütün suç, ilk terkedenlere kalır.

  6. Kısa not: İyi Parti’nin kuruluşuna giden süreçte ve sonrasında, bu partinin kuruluşuna yol açan dinamikleri kimse konuşup gerçek bir çözümleme girişimi anlamında tartışmadı. Hep Akşener’in karizması, Bahçeli’nin liderliğine göz koyan herkesi gözden çıkarmasıyla, FETÖ projesi olmakla vs. ile açıklanmaya çalışıldı. Oysa, geleneksel milliyetçiliğin kente göç ve metropolleşme karşısında uğradığı dönüşümün imasıydı bu. MHP’nin orta Anadolu ve ekonomik gelişmiliğini tamamlayamayıp devlete bağımlılığı süren küçük şehirlerden oy devşirirken kentlerde ve metropollerde milliyetçilerin İyi Parti’ye kayması buna işaret ediyor açıkça. Biri kurulan diğeri kurulacak olan iki partiye geniş bir pencereden bakmak gerek. Davutoğlu’nun partisinin metropollerde pek bir varlık gösteremediğine, Babacan ve ekibinin kuracaqğı partinin ise bunun tam tersi bir seyir izleyeceğini ve iktidar adayı olacağını söyleyebiliriz.

  7. AKP nin takriben 2012 ye kadar olan icraatlarını ; bazı acemiliklerine ,bilgisizliklerine ,bazı yanlışlarına rağmen takdir ederdim.Ancak bu gün artık beddua ediyor ve lanet okuyorum ,amin !

    • Ali bey o zaman akpartinin sizin gibilere rağmen yaptırdığı yeni havaalanı ve köprülerden, hızlı tren ve metrolardan, şehir hastanelerinden yararlanmazsınız olur biter..?

      • Zaten o dediğin yerlerden halk geçmiyor aktrol senin gibi zengin yandaslar geçiyor sende biliyorsun oraları şuan halk kullanmiyo. Belki 20 sene daha kullanamicak sadece seni yandaş müteahhitten devlete geçerse sağ kalırsa belki

  8. Erdoğan’ın vesayetçi seküler güç blokunun iktidarını gölgelediğini söylemem (az önce okdum: Katışıksız Ergenekoncu ulusalcı kalemşör, azılı dindar ve tarikat düşmanı Nedim Şener Hürriyet’e geçmiş, hiç şaşırmadım. Yoğun bir “anti-tarikat” propaganda bombardımanı öngörüyorum, dikkatli gözler bunun ilk işaretlerinin geldiğinin farkında olmalılar), pişmiş aşa su kattığım düşünüldüğü için olsa gerek, hoşnutsuzlukla karşılanıyor.

    Beklenti naif ve hayatın gerçeklerinden uzak: Doğru, dindarlık, Gülen ve karanlık Büyük Abiler kliğinin Cemaati ve Erdoğan’ın vesayetçilere teslim oluşu sonrasında ağır yaralar aldı. Ne var ki, mutlulukla ve umutla, “Yesinler birbirlerini, hep birlikte güç kaybetsinler, dinin ve dindarlığın gölgesi Türkiye’nin üzerinden çekilip gitsin!” diye düşünüp Erdoğan iktidarının yakında yıkılacak olmasından kendi seküler mahalleletrinin nasipleneceği beklentisinde olanlar feci halde yanılıyorlar: Ne dinin etkisi geriliyor, ne de dindar gençler deist-ateist olup dinden uzaklaşıyorlar. Dindarlığın modernite ile karşılaşması sürecine tanık oluyoruz.

    Gülen Cemaati, AK Parti’nin ilk dönemleri, vesayetçilerin teslim alıp Erdoğan’ı kendi memurları haline düşürdükleri çakma AK Parti yılları, ve birisi kurulmuş diğeri kuluralcak olan iki yeni siyasal parti. . . Bütün bunlar söz konusu karşılaşmanın tezahürleri. Bu karşılaşmalar sonucu, Türkiye’de dinin ve dindarlıpın gerileyip modernleşmeci-otoriter seküler zihniyetin yükselişe geçeceğini umanlar, toplumsal çözümleme dediğimiz şeye hayli yabancı, gündelik siyasetin yüzeysel görüngülerine bakıp aklına ilk gelen şeyi yazanlar.

    Dindarlığın gerilediği yok. Gençlerin deist bilmem ne oldukları da temelsiz, tekrarlandıkça inanılan ve sekülerlerin kendilerini iyi hissetmesini sağlayan bir balon. Dindarlık, modernite (ki büyük kent yaşamını, o gündelik kent yaşamının hızlı akışını, bilgi edinme ve bilgi payalaşımı biçimlerini, geleneklerin aşınmasını, gündelik yaşam pratiklerinde sekülerleşmeyi ima eder -bankada hesap açmak, yönetici konumunun gerektirdiği donanımlara sahip olabilme için üniversitelerin kısa dönemli eğitim programlarına yazılmak, çocuğunu özel okullara gönderme arzusu vs.) ile karşılaşıyor. Hem dini ve kültürel anlatı açısından, hem siyaset yapış tarzı açısından deneyimlerden geçiyor, içerik değişimine uğramak durumunda kalıyor. Söz konusu iki yeni partiye bu açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Her ikisi de (ama esas olarak bir iki hafta içinde kurulacak olan ikincisi), biriktiregelmiş deneyimlerden öğrenilerden sonra ileri doğru atılmış adımları ima ediyor. Erdoğan, Davutoğlu, Gül arasında yaşanan bir al-ver kavgası olarak görmek, siyasetin sığılığında, zihinlerin sığlaşmasını ima ediyor.

    Cumhuriyet’in birinci gününden bugüne değişmeden kalan gerçek, geçerliğini koruyor: Din ve dindarlık, modernite ile karşılaşması içinde serüvenine devam eder, ve şiddetten uzaklaşıp koparak demokratik araçlara yönelen Kürt yığınlarıyla birlikte Türkiye’yi demokratikleştirebilecek biricik aktör olma muhtevasını korur.

    Sekülerler, sıkça pek çok konuda cehalet içinde ülkemizde. En büyük cehaleti de, dindarların sosyolojisine olan bilgisizlikleri.

    Göreceğiz ilk erken seçimlerde CHP’nin ne duruma düşeceğini. . .

  9. Sayın yazar, “iyi icraatlar” arasında pek çok yeni üniversite açılmasını saymışsınız. Bizde kişinin üniversite okuma isteği bir dala olan tutkunluk, bilimsel merak ve eğilimden kaynaklanmıyor iş bulmak için kalitesini bir aşama daha geliştirmek istemesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden çalışacak iş sahaları satılıp kapandıktan ya da bozulduktan, küresel eğitim kalitesinden de uzaklaştıktan sonra binlerce üniversite açsanız ne olur? Şehir üniversitesine gelince hiç değilse kamu arazisi yine kamuda kalmış oldu. Ne amaçla olursa olsun kamu arazileri özel kişi ya da kurumlara verilemez. Ancak kötü yanı bunun siyasi saikle yapılmış olması kuşkusuz.

  10. Sayın Koru AKP’nin bundan önceki partiler gibi seçimle iktidardan çekileceğini sanıyorsanız, varsayıyorsanız hakkınızdaki tüm olumlu düşünceleri kendi elinizle yok ediyorsunuz demektir. Tüm yetmez ama evetçi sözde aydıncıklar gibi. “Demokrasi amaç değil, araçtır” diye açık açık söyleyenlerden demokrasi beklemek abesle iştigaldir. Yeryüzünde kılavuzu islam, laiklik karşıtı, şeriat heveslisi hiç bir iktidar ülkesini parçalamadan, savaşa sokmadan, iç savaş çıkarmadan iktidarını bırakmamıştır.

    • Malezyada en son yapılan demokratik seçimlerle yönetimin gürültüsüz patırtısız değiştiğini yine bu sayfada okuma fırsatınız olmadı heralde, yahya bey? Dünyadan haberiniz yok habire sallayıp duruyorsunuz da..!

  11. TÜRKİYE’DE GENÇLİK 3

    Bir başka şey daha var. 10 yılda bile Türkiye’de bazen ıskaladığımız, minik gibi görünen ama çok kritik bir takım değişimler var. Nedir o? Örneğin geleneksel evlerden çıkıp apartman dairelerinde yaşayanların oranı 10 yılda yüzde 30’lardan yüzde 60’a gelmiş. Ya da, sobadan doğal gaza geçiş yüzde 25’lerden yüzde 55’e gelmiş. Dolayısıyla, o soba etrafında bütün gelenekleri yeniden üretirken, şimdi, kaloriferle ısınan ayrı odalarda başka bir gündelik hayat biçimi var. Dolayısıyla o gelenekler yeni kuşaklara öyle kolayca transfer edilemiyor. Hayat değişiyor. Bütün bunların özeti şu: Türkiye geç kalmış bir modernleşme yaşıyor. Modernleşme doğrudur yanlıştır, bu çok başka bir tartışma. Benim “modernleşme” sözcüğü ile kastım siyasi bir anlam değil. Bir gündelik hayat pratiği olarak dışarıda yemek yemek, işte tatil deyince mümkünse bir başka yere gidebilmek, sinema, kültürel etkinliklerle temas vesaire vesaire gibi kentli pratiklerden söz ediyorum.

    Türkiye geç kalmış bir kent yaşamı pratikleri deneyimleme sürecinde ve bundan en çok gençler etkileniyor. (. . .) Bu somut değişimler gençlerin zihin dünyasını da değiştiriyor. Farklılıklara bakış, ya da tolerans, farklı etnik guruplardan veya inanç guruplarından insanlarla ilişki. “Oğlum ya da kızım cinsel tercihini özgürce yaşayabilir” diyen gençlerde bile 10 yıl içinde belrigin bir değişim var, yüzde 10’dan yüzde 15, 16’lara gelen bir değişim. Ya da, başka bir etnik guruptan bir bireyle evlenmeye bakışda da değişim var. Ama, aynı zamanda, askerin darbe yapmasına, siyais partilerin kapatılması karşı olma gibi demokratlık ya da özgürlükçülük diyebileceğimiz değerlerde de son derece belirgin iyileşmeler var.

    AK Parti’nin bütün bu yaptığı “dindarlaştırma”, “dindar nesil yetiştirme” çabaları aslında bir siyasi toplum mühendisliği olarak kalıyor, öteye geçimiyor. Çünkü hayatın bir akışı var. Özellikle de gençlerde. Dolayısıyla, şöyle bitireyim: Türkiye’nin gençleri bu an itibarıyla, kendileri için umutlu ve hayalciler. Ama, şu an hiç de mutlu değiller. Şu an son derece öfkeliler. Çünkü işsizler. Zaten o 19 nmilyon gencin yüzde 40’ı öğrenci. Çalışma hayatına dahil olabilen sadece 1/4 ve bunların da yarıya yakını iş güvencesi korkusu yaşıyor, gelecek güvencesi korkusu yaşıyor.

    MODERATÖR: Ezber bozan pek çok bulgunuz var. “Gençler siyasete ilgi duymuyor” bu ezberlerden bir tanesi. Bunun sık sık söylendiği bir zamanda örneğin Gezi olayları patlak verdi.

    AĞIRDIR: Bu meselenin bir kaç katmanı var. Birincisi, bizim siyasete ilgiden kast ettiğimiz geleneksel siyasete ilgi, işte parti vesaire. O geleneksel siyaset gençlerin gözünde parıltısını kaybetti. (. . .) Benim kızlarımdan biri bir partiye, ama herhangi bir partiye üye olmaya kalksa, karşısında yaşı neredeyse benim yaşımda olan, belli bir hiyerarlik yapılanma ima eden, mekansal tanımları olan (illa şu ilde veya bu ilçede olacaksın gibi), ve ne yapılacağını da, faaliyetin ne olacağını da o yöneticilerin tarif ettikleri bir yapıyla karşılaşıyor. Dolayısıyla, bir politka esnafı sınıfı var karşısında benim kızlarımın, ve o politka esnafı de onlara hiç de bir rol modeli olarak görünmüyor doğal olarak. Ama onlar “inisiyatif”, “platform”, artık adı her ne ise, herhangi hirerarşik bir yapı ima etmeyen, illa bir biçim dayatılmayan, zaman ve meakndan da bağımsız (ama sahildeki çöpleri toplamak, ama Kaz dağları için eylem yapmak, ama Cerrattepe’ye katkıda bulunmak, ama olula gidemeyen çocuklar için yardım toplamak, her ne ise. . . Hem daha güncel bir mesele, hem daha reel bir mesele) bir aktivite biçimi, gençler için daha cazip. Dolayısıyla, bizim ülkemizdeki bu partilere, bu siyasi kültüre onların bir itirazı var. Buradan baktığımız zaman, gernçlerin yarısı siyasete ilgisiz. Ya da, “Bu ülkenin sorunlarını kim nasıl çözecek?” diye sorduğunuzda, bu ülkenino 30 yaş altındaki gernçlerinin çok büyük bir bölümü, “Bu ülkenin sorunları çözülmez” modunda veya “Bu partilerle çözülmez” modunda.

    İkincisi, AK Parti ve CHP gibi iki ana blokun, her ikisi de lider partisi gibi görünen bu iki partinin seçmenlerden aldıkları Türkiye oy ortlaması ne ise, o oran iki parti için de gençlerde yarıya düşüyor. Bu CHP için de böyle, AK Parti için de böyle.

    Yani, siyasete ilgisiz görünen o yüzde 50, siyasete ilgisiz, ama bu onların memleket meselelerine ilgisiz oldukları anlamına gelmiyor. Memleket meseleleriyle ilgililer, ama kendilerini ifade edebilecekleri mecra bulamıyorlar belki. Onun için zaten sosyal medya gibi başka şeyler. Örneğin gazete okuyanlara ilişkin rakamlar vereyim. Gazete okuyanların sayısı bu genlerde yüzde 80’lerden yüzde 20’lere düşmüş. Bu gençlerin yüzde 14’ü “Ev kadınıyım” diyor, ve bu ev kadını olduğunu söyleyen 14 kadından 5 tanesi üniversite mezunu. Bunlar öyle kolay taşınabilir şeyler değil. Ama, öte yandan, hem genç kızlarda hem de genç erkeklerde istihdama dahil olma arzusu çok yüksek. İş bulmak ve çalışmak istiyorlar ama engeller var. Hayalleri var, ama mutsuzlar bugünkü koşullardan. Dolayısıyla böyle bir sıkışmışlığı yaşıyorlar.

    • Bernar Bey,

      Emeğiniz için teşekürler.

      Bekir Ağırdır Aydınlarımızın yüz akı.

      Tevazuya gerek yok, siz de o çaptasınız.

      Dileyelim sayınız artsın.

      Ben de bir ara vakit bulabilirsem devlet aygıtı bağlamında, Türkiye’de ‘vesayet odakları’ diye tanımladığınız bürokratik yapının işlevi konusunda serdettiğiniz görüşleri derli toplu kritik etmeye çalışacağım.

  12. TÜRKİYE’DE GENÇLİK 2:

    Bekir Ağırdır:
    Raporumuz, 2008-2018 yılları arasında kalan 10 yıllık periyoddan gençlere bakıyor. O raporda iki unsur var: Biri, o günkü Ayşe ile, yani o gün 20 yaşında olan Ayşe ile bugün 30 yaşını süren Ayşe’nin fikriyatında, demografisinde ne değiştiğini bulgulamak. İkincisi, o günkü Ayşe ya da Fatma ile bugünkü Ayşe ya da Fatma arasında diğer açılardan ne farklar var, bunu görmek.

    Bir kere, “Gençler” deyip dururken kimden söz ettiğimizin bir adını koaylım. 30 yaş altındaki insanların Türkiye’deki nüfusu 19-20 milyona yakın. Seçmenin 1/3’ü. Yani, 56 milyonluk yetişkin nüfusun üçte biri.
    Birinci olarak şunu söyleyebiliriz: Türkiye’deki gençler, çok ciddi biçimde önceki kuşaktan farklı. Geleneksel olarak her zaman kuşaklar arasında tabii ki farklılıklar vardır, ama bu kez çok daha radikal bir farklılaşma var. Çünkü, içine doğdukları hayatın gündelik ritmi farklı. Nedir o? Ülke insanları müthiş bir hızla göç ediyor, ülke bir iç göç yaşıyor. Ülke müthiş bir hızla kentleşiyor ve o kentler de metropollere dönüşüyor. (Ki metropolleşme bizim tek başına gelenesel sanayi toplumu sosyolojisi ile açıklayamadığımız, yani geleneksel kent hayatının açıklayamadığı bir başka yaşam mekanı). Hem metropolleşen, hem de cebimizdeki mobil cihazlarla, internetle vs. ile gündelik hayat ritminin tümüylen değiştiği bir zaman aralığına doğdu bu genç insanlar. (. . .) Temel fark şurada: Ben, biz, hepimiz monolitik (tek ve bütüncül) bir kültürün içine doğduk. Benim doğup büyüdüğüm kasabada herkes Sünni, herkes Türk’tü. Herkes “ayıp” deyince aynı şeyi anlıyordu. Veya, “güzel”, “günah” deyince üç aşağı beş yukarı herkes aynı şeyi anlıyordu. Örneğin, benim kulağımın ilk kez caz sesi duyması 18 yaşımdan sonradır. Ama, benim kızlarım İstanbul’da doğdular ve daha küçücük yaşta ana okulunda bütün bu farklılıkları gördüler, farklı dilleri, farklı yemekleri, farklı kültürleri doğrudan yaşadılar ve şimdi de televizyona da değil, doğrudan bilgisayara, mobil cihazlara doğuyorlar. Dolayısıyla iş yapış biçimleri, bilgi edinme biçimleri, deneyim aktarma biçimleri, akraba veya arkadaş tanımları farklı. Onların “komşu amca komşu teyze” tanımları farklı. Onların komşuları, İnstragam’da takip ettikleri. Onların arkadaşları, WhatsUp guruplarındakiler. Onların akrabaları da Whatsup guruplarındakiler. Onlar, bayram sabahı, “İyi Bayramlar” diyerek karşı komşu amcanın elini öpmeyi bilmiyorlar. Bundan hayıflanacaksak, hayıflanalım. Ama, bu öyle kötü bir şey de olmayabilir. Çünkü onlar daha çoğulcu bir hayatın içinde sadece Ramazan Bayramı’nı değil Ermeni’nin yortusunu da veya Noeli’ni de hepsini bir arada yapıyorlar ve aynı zamanda Kadınlar Günü’nde yürüyüşe de çıkıyorlar.Onların eylemliliği, hareketliliği ve ilişki kurma formatı ile önceki kuşağınki arasında çok ciddi farklar var. Birincisi bu.

    İkincisi, sayısal olarak baktığımızda, bütün handikaplarına rağmen, eğitim sisteminin veya üniversitelerin bütün zaaflarına rağmen, (. . .) kağıt üzerinde diploma sahipliğinden baktığımız zaman bile, gençlerde üniversite mezunlarının oranı artık yüzde 22’ye gelmiş durumda. Bu oran, Türkiye ortalaması olarak, yani tüm yaş gurupları dahil Türkiye nüfusunda yüzde 16 dolayında. Burada daha önemli bir şey var. Bu yüzde 22 hem kızlar için hem erkekler için geçerli. Yani kızların da yüzde 22’si üniversite mezunu.

    Üçüncüsü, bu gençler, eskiye nazaran çok daha somut biçimde, kendisini “modern” olarak tanımlıyor, “Ben muhafazakarım” diye tanımlamıyor kendini. Ya da, kendini “dindar” olarak tanımlıyor ama hayat tarızını sorduğun zaman, daha yoğun ve sık biçimde modern olduğunu söylüyor. Bi kere daha geç yaşta evleniyorlar. Yani, yalnız yaşayanlar ya da bekar olarak yaşayanlar çoğalıyor. Hem “Dindarım” diyenler azalıyor. “Ateistim” diyenler az da olsa artıyor. 10 yılda, bunların oranı yüzde 1’den yüzde 4’e çıkmış. Ya da, başını örtenler azalıyor. Yüzde 57, 58’lerden yüzde 50’ye düşmüş. Yani, önceki kuşaklardan çok ciddi biçimde farklılar.
    Bunun yanında, duygusal dünyalarında ya da zihin dünyalarında başka değişimler de var.

    MODERATÖR: Bulgularınız, kendisini “geleneksel muhafazakar” olarak tanımlayanların oranının 10 yıllık süreçte yüzde 45’den 43’e gerilediğini gösteriyor. Buna karşılık, “Modernim” diyenler yüzde 29’dan yüzde 42’ye yükseliyor. En çarpıcı düşüş de kendisine “dindar muhafazakar” diyenlerde, bunlar yüzde 25’den yüzde 15’e düşümüşler.

    AĞIRDIR: Oruç tutanlar gençler 2008’de yüzde 73 iken, 2018’de yüzde 58’e düşmüş. “Düzenli olarak namaz kılarım” diyenler, 2008’de yüzde 27 iken, 2018’de yüzde 24’e gerilemiş. Şimdi, bunun bir kısmı, “Dini inanç azalıyor” meselesi değil. Genellikle, muhafazakar dünya, zaman zaman “Gençlerimiz deizme mi kayıyor?”, “Gençler dinden mi uzaklaşıyor?” türü bir dilden tartışıyor bu meseleyi, ama: (1) Zaten metropollerde gündelik hayat içinde ibadetin gereklerini mesela kasabada yaşarken ya da geleneksel kentte yaşarkenki gibi yerine getirmek kolay değil, zaman kısıtı var, mekan kısıtı var vs. İkincisi: Metropollerdeki ahlaki ya da kültürel formların referansı artık dün olmaktan çıkıyor. Hele bir de bu kadar karikatürize edilen bir dindarlık olunca -işte televizyonardaki din programları, reytingleri ölçülen din adamları vs. ve din bu kadar siyasallaşınca, dindarlık bir yandan azalıyor ama aynı zamanda lumpenleşiyor. Yani, Cuma namazlarını caminin içinde değil illa kaldırım üzerinde kılıp etrafa gösterdiğnizde daha çok dindar olmuyorsunuz, lumpen dindar oluyorsunuz. Metropoldeki hayat herkesi lumpenleştiriyor. Sadece dindarları değil. Modern dediklerimiz de daha lumpen davranıyor vs. Ama, dindarlık meselesinde, birincisi, metropollerde, aile ilişkileri, kasabada olandan farklı olarak, çözülüyor. Gelenekleri aile içinde yeniden üretmek, din veya inanç duygusunu aile içinde yeniden üretmek ve bunları güçlendirmek artık eskisi kadar kolay değil. Çünkü metropollerde başka bir hayat ikliminin içindesiniz. Kasabada iken Kuran kursuna gitmenizin bir anlamı var. Zaten kurstan çıktıktan sonra da o kültürel iklimin içine adım atıyorsunuz, daha önce dedim ya, “ayıp”ın hemen herkes için “ayıp” olduğu bir hayatın ve mekanın içine, sosyalleşmenin içine doğuyordunuz. Ama, metropolde öyle değil. Çocuk metropolde Kuran kursuna da gitse, İmam Hatip’e de gitse, saat 3’de okuldan çıktıktan sonra sokağa ya da internete girdiği zaman, başka bir bilgi öğrenme, deneyim aktarma iklimine adım atıyor. Farklı yaşam biçimlerini görmek, farklılıkları izlemek ve denemek gibi fırsat alanları var. Ayrıca, metropllerde kasabadaki mahalle baskısı da çalışmıyor. Kasabanın içindeyken o aynı “ayıp” ya da “günah” algılarının getirdiği bir davranış, bu ne bileyim bir amcanın ya da komşunun kulağınızı çekmesi olabilir, ama metroplede sokak yok, mahalle yok, park yok. Bu mekanların olmadığı bir ortamda komşunuzu tanımıyorsunuz, sadece anne ve baba ile ilişkiniz var.

  13. TÜRKİYE’DE GENÇLİK 1:

    Bekir Ağırdır, iddiam o ki, Türkiye’de aydın ahlakının ve aydın sorumluluğunun kusursuz bir temsilcisi. Benim açımdan, Ağırdır, İslami entellektüellerin seçkin ismi, Said Nursi ve İslamcılık üzerine uzmanlaşmış Mücahit Bilici ile, bu konuda, kişisel listemin en tepesinde geliyor.

    Bazı okurların da bildiği üzere, Bekir Ağırdır, ciddiyeti ve objektifliği tüm kesimlerce kabul gören KONDA Araştırma Şirketi’nin genel müdürü. KONDA, sadece seçim zamanı partilerin seçmenlerden almaları muhtemel oy oranlarını araştıran bir şirket değil. Bu, şirketin ikincil çalışma alanı. Bütün bir yıl boyunca aralıksız toplumsal araştırma çalışmaları yürüten KONDA’nın asıl önemi ve biricikliği, kimisi onyıllara ölçülen bir süreklilik içinde önemli toplumsal eğilim araştırmaları yürütüyor olması.

    KONDA, “Gençlik” üzerine mikro düzeyde aylık araştırmalar yapıyor. Aynı konu başlığında (“Gençlik”) dönemsel ve makro düzeyde araştırmaları var KONDA’nın. Bekir Ağırdır, 2008, 2011, 2015 ve 2018 yıllarındaki bu kapsamlı ve makro düzeyde toplumsal araştırmaların çok çarpıcı sonuçlarını, kusursuz Türkçesi ile mükemmel bir özetini sunuyor toplumsal konularda gerçekten bilgi sahibi olmak, belli bir siyasi angajman ve tarafgirlik içinde boş konuşup duran lumpenlerden uzak durmak isteyenlere.

    Aşağıda, Bekir Ağırdır’ın son programındaki sunumun sözcük sözcük bir özetini veriyorum (iki saate yakın zamanımı aldı bu iş). Benim akıl almaz ufuk açıcı, siyasi analizlerde ve öngörülerde bulunmak için mükemmel bir hazine satdığım Ağırdır sunumlarını herkese öneririm. (Veri ve bulgu dendiğinde sadece rakamlar ve yüzde oranlarına ilgi duyup bunun merakına düşenlerin, Ağırdır’dan öğrenebilecekleri pek bir şey yok. Bunlar, verilere bakıp “Şükürler olsun, dindarlık geriliyor” diyerek boş bir sevince de kapılabilirler, “Bilyordum ben bir şeylerin yolunda gitmediğini, dinin elden gittiğini!” diye yazıklanıp panikleye de bilirler. Ağırdır, bu yüzeysel çıkarsama ve tutumların çok ötesinde şeyler anlatıyor.)

  14. FUTBOL SAHALARINDA DERS NASIL VERİLİR? SON ÖRNEĞİ: HUGO RODELLA
    16 Aralık 2019 tarihinde Trabzonspor ile Denizlispor takımları arasında oynanan futbol maçında Hugo Rodellaga karakterli tavırları ile adeta ders verdi.
    Rodellaga, eski bir Trabzonsporlu… Daha üç beş ay öncesine kadar bu takımın başarısı için ter döküyordu. İşin ucunda profesyonellik olunca Trabzonspor’dan ayrıldı, Yukatel Denizlispor ile anlaştı. Şampiyonluğun güçlü adaylarından Trabzonspor’a kendi seyircisinin önünde iki gol atma başarısı gösterdi. Gollerden sonra en ufak bir sevinç gösterisinde bile bulunmadı. Seyirciyi tahrik etmedi. Adeta şunu dedi: “Ben eski bir Trabzonsporluyum. Ancak şu anda Denizlispor’un başarısı için ter döküyorum ve bu takımın kaptanıyım. Bir futbolcunun işi terinin son damlasına kadar mücadele etmektir. Ben de bunu yapıyorum. Futbol bu… Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin… “
    Maç sonunda Rodellaga yayıncı kuruluşun mikrofonuna gollerden sonra sevinmemesi ile ilgili olarak “tabii ki sevinmiyorum. Trabzon’da geçirdiğim süre içerisinde hem bana hem aileme çok iyi davrandılar. O güzel günlerin hatırına sevinmemem gerektiğini düşündüm. Trabzonspor’a bana verdiği imkanlardan dolayı sonsuz teşekkür ediyorum” dedi.
    Kolombiyalı futbolcu işini en iyi şekilde yapması, vefa göstermesi, karşı tarafı tahrik etmemesi gibi özellikleri içinde barındıran çok iyi bir örnek sundu. Rodellaga, karakter ile ilgili, iş ahlakı ile ilgili günümüz siyaseti ile ilgili çok yönlü bir ders verdi.
    https://tr.beinsports.com/haber/iste-trabzonspor-yukatel-denizlispor-macinin-oykusu

    • Bazı yorumlar var ki halı sahadan çıktıktan sonra yazılmış gibi duruyor, bazıları da yine aynı kişi cumadan ya da tarikat ayininden çıktıktan sonra yazılmış gibi duruyor ama üslup hep aynı…

      • İyi insanlar kötü insanlar kadar ilgi görmüyor. İyi örnekler de kötü örnekler kadar revaçta değil. Bu sebeple iyi örneklerin gündemimize gelmesinde yarar var. Çünkü kötü örneklerden, gerilimden, onu bunu ihanet ile damgalamaktan bıktık, usandık.

        • O zaman bu kötü alışkanlıklarınızı bırakmanın tam zamanı metin bey, hadi kolay gelsin…

  15. Fehimi Bey yanılıyor. Çünkü, Şehir Üniversitesi’nin resmen ve gözlerimizin önünde yok edilmesinin “AK Parti’nin yanlışı” olmakla pek az ilintisi var. Karar Gazetesi’nin muhafazakar köşe yazarlarından olup aynı meseleyi konu alan bugünkü köşe yazsında yazsını “Ayıptan kurtulmanın en hasarsız yolu bir an önce geri dönmektir.” şeklinde sonlandıran Mustafa Karaalioğlu da yanılıyor.

    Çünkü, mesele, AK Parti’nin Erdoğan’ı da içine alan bir ayıbı ya da yanlışı meselesi değil. Meselenin, Erdoğan’ın partiden ayrılmaya zorlandıktan sonra parti kurmaya cüret ettiği için A. Davutoğlu’na kızıp garez duyan Erdoğan’ın “Madem öyle. . .” kabilinden bir tavrıyla da ilişkisi yok.

    Hamle, Erdoğan görüntüsü arkasında iktidarın gerçek sahibi olan seküler-otoriter ulusalcı-milliyetçi koalisyonun bir hamlesidir ve geri dönüş olmayacaktır. Dindar muhafazakarları gözden düşürmek, onların saflarında etkisi belki de onyıllarca sürecek tamiri güç yaralar açmak, kaç yıldır sahnelenen oyun. Söz konusu iktidar blokunun dindar-muhafazakar dünyanın bütün AK Parti iktidarı yıllarındaki belki de biricik entelektüel-kültürel başarısı olan Şehir Üniversitesi’ne katlanması beklenemezdi.

    Erdoğan, bütün bu süreçlerde etkisiz eleman. Erdoğan bunların -ilan de edilmiş ve yalanlanlmamış olduğu üzere- bir memuru. Tıpkı onlarsız yapamadığı prompterlar gibi, adı ister “15 Temmuz vakıası” olsun, Şehir Üniversitesi’nin yok edilmesi olsun, ister KHK’larla yüzbinlerce insanın açlığa mahkum edilmesi, ister son haftalarda dozu giderek artan “tarikatlar devlet bürokrasisinde Gülen Cemaat’inin bıraktığı boşluğu dolduruyor” söylencesi ile “anti-tarikat” algı yönetimi olsun, ister Kürtlerin belediyelerine kayyum atanması, ister hayatın Ahmet Altan, Alparslan Kuytul, Mümtazer Türköne gibi cecur vesayet düşmanlarıa dar edilmesi olsun: Erdoğan, önüne konan ve senaryosunda hiçbir kontrolü olmayan oyunun kendisine düşen rolünü oynuyor.

    Başta Fetullah Gülen ve Erdoğan gelmek üzere, pek çok insan dindar-muhafazakarların içeriden güçten düşürülmesinde muazzam bir sorumluluğa sahip. İslam’a ve düşlerindeki toplumsal düzene karşılık düşen ilkelere sahip çıkıp onları bayrak ve dava edinmek yerine, bütün bunları öteleyip bu iki liderin peşinden gidenler ve gitmekte ısrarcı olanlar, vesayetçilerin ve dindar düşmanlarının ateşine odun taşıyorlar.

    Söz konusu sürecin dindar-muhafazakarlar ve İslam inancını sahiplenme üzerinde ne büyük bir tahribata yol açtığını bilimsel verilerle ortaya koyabilirim. Benim sözünü ettiğim verilerle, Ruşen Çakır’ın Medyascope TV’deki “dindar gençler deizme ve ateizme kayıyorlar” şeklindeki beş para etmez yaygarası (İhsan Eliaçık da aynı yaygaranın paylaşanı) arasında bir ilinti yok.

    Zamanım el verirse, sekülerler de dahil olmak üzere herkesin üzerinde yüzlerce kez düşünmesi gereken o verileri derli toplu yazıp aktaracağım.

    Şehir Üniversitesi’nden sonra, havuz medaytsından kimi haberlerin de katıldığı “anti-tarikat” propagandada yükselen bir trend bekliyorum muhalif medyada.Cumhuriyet Gazetesi’nin son üç gününü, D. Welle, Bizim TV gibi muhalif kanalların son günlerdeki yayın konularını yakından incelemenizi öneririm.

    Her şey o kadar açık ki, açıkça gözlenir olamaması karşısında tek bir şey söyleyebilirim:

    Çok yazık, gerçekten çok yazık.

    • Bernar hocam zaten kısmen bilinenleri araya olanın tamamen zıttını söyleyen cümleler katarak izah etmenizi uzakta olduğunuz için ülke de olup biteni tam olarak görememenize mi yoralım, yoksa temel düşünce prensiplerini ihlal etmenize mi?

      • Bana feci biçimde şöyle görünüyor ki, sevgili Baran, Erdoğan iktidarının arkasındaki gerçek iktidara işaret ettiğim ve 15 Temmuz’un bir derin devlet operasyonu olduğunu öne sürdüğüm zaman siz Hocaefendi severler durumdan pek bir hoşnut oluyor ve ülkeden uzakta da olsam Türkiye’deki gelişmeleri iyi okuduğumu düşünüyorsunuz.

        Gülen’in iktidar savaşlarının en önde giden simalarından biri olduğunu, tüm hücrelerine kadar siyasallaşmış bir tip olduğunu, sıkı biçimde gizli ve hiyerarşik bir yapı kurmuş olmasının şaşırtıcı olmadığını, vesayetçilerin karşı devriminin başarıya erişmesinde ve dindar-muhafazakarların itibar kaybına uğratılıp güçten düşürülmesinde en büyük günahların onun ve Büyük Abiler kliğinin hanesine yazılması gerektiği tespitinde bulunduğumda, birden “ülkeden uzakta olup olan biteni tam olarak göremiyorum” ya da “temel düşünce prensiplerini ihmal ediyorum”.

        “Temel düşünce prensiplerini ihmal etme”min sizdeki karşılığı, Gülen ve Büyük Abiler kliğine iltimas geçmeyip onları da büyük resme dahil edip baş aktör olarak göstermem olmasın?

        Bu kafayla gider ve “Etliye sütlüye karışmaz, bu dünya işlerine uzak adeta mehdi gibi güzel mi güzel Hocaefendimiz ve iyilik yapmak dışında bir arzusu gayesi olmayan Cemaatimiz Perinçekçilerin çektiği oyunun kurbanı oldu” demeye getirip milletin aklıyla dalga geçerseniz, Reisçilikten bin beter hastalıklı bir ruh ve zihniyet dünyası içinde hızla bir kült olmaya doğru yol alırsınız -benden söylemesi.

        Türkiye’ye ve kendi Cemaatinize üç kuruşluk sevginiz varsa, içinizden yükselen ve önünü almakta giderek zorlandığınız seslere kulak verin.

        Erdoğan ve gölgelediği gerkçek iktidar güçleri gidecek, çok az kaldı. Ama, inanın ham hayal görüyorsunuz: İnisiyatif asla bir kez daha Gülen ve onun tapınıcılarının eline düşmeyecek. Sizler susup sadece Cemaatin uğradığı zulme ağıtlar düzmekle yetinir, bütün gücünüzü ve enerjinizi kuşku ile güvensizlik girdabına düşmüş tabanınızı bir arada tutmak için harcarken, Erdoğan ve vesayetçilerin iktidarına karşı mücadele eden gerçek dindarlarla onların demokrat dostları Türkiye’ye yön verecek.

        Bu, “Tertemiz insanlarız” muhabbetiyle Türkiye’de belinizi doğrultmanız inanın olanaksız.

        • Bernar hocam ben sizin düşüncelerinize bir şey diyemem. Çok isabetli düşünceleriniz de var ve ben istifade ediyorum. Fakat benim anlayamadığım bir problemim var o da şu;
          Erdoğan Gülen’e düşman. seçmeni de Erdoğan’dan dolayı düşman. Gülen Ergenekoncuların zaten ezeli düşmanı ve Siyasi partilerin tamamı da gönüllü olarak Gülen’e düşman ise ülkenin Gülen’e düşmanlık ortak paydasında buluşulmuş olunduğundan gitmesi gereken kim olur?

          Soru biraz zor olduğundan iyice anladığınızdan emin olduktan sonra cevap veriniz, süreniz başladı kolay gelsin efendim.

          • Toplumsal olaylar ve olgular, iktidar ilişkileri ve iktidar mücadelelerinin bir görünümü olan siyasal süreçler. . .

            Bunlar, “Hele duralım ve bi bakalım bakalım kim kiminle dost, kim kime düşman” gibi sığ bir pencereden okunmazlar. Bu tür çözümleme ya da kavrama girişimleri, insanları salaklaştırır, Baran.

            “İşte, çok açık değil mi bu resimde X’in Y’ye düşman olduğu, bak nasıl ağız dolusu küfürleşiyorlar?” dersin, bir diğeri koyar önüne X ile Y’nin ballı börek olduğu bir resim, susar kalırsın. Buradaki “X” ile “Y” harflerinden birisini “G” ile değiştirsen de olur, “Aman günaha girerim!” diye çığlık atıp “X” ve “Y” harflerinden pek bir mutlu olduğunu da söyleyebilirsin. İnan değişen bir şey olmaz.

            Devlet iktidarı savaşları acımasızdır. Belki de tek olumlu yanı, çirkinlerin çirkinliğinin görülür hale gelmesini sağlamasıdır. Yenilgiye uğrayan, yanılgıya uğratılmış olanlardan yükselen seste boğulur -ne dese, hangi kurnazlığa baş vursa, artık dikiş tutturamaz.

            Çirkinlerin çirkinlikleri herkesçe gözle görülür hale geldiğinde ise, giderek yalnızlaşırlar. Söyleyecek sözleri varmış gibi yapıp öyle davranarak, sadece yalnızlaşma sürecini hızlandırırlar.

            Siyasi partilerin nihai yazgısı marjinalleşme ya da toptan tasfiye, bir inanç gurubu gibi davranan sivil görünümlü gizli yapıların yazgısı ise aklını ve ruhunu gerçekte sıradan bir adama teslim etmişlerin dar güruhu olarak, bir kült haline gelmek, sahneden çekilmektir.

            Hem başka ülkelerde hem bizde, bunların her ikisine de ilişkin sayısız çoklukta örnek vardır. Sizin durumunuzda işin sevindirici yanı, öyle tarih kitaplarına el atıp bu konuda bir okumaya girişmenin gereksizliği.

            Aklını bir güç manyağının ellerine teslim edip kendi kendini körleştirmeden, bakıp gören gözlerle hemen önünde olanı izlemek, bazan fazlasıyla yeterlidir.

    • bernar bey! söylesene:
      – “Aslında reis çok iyi fakat ah bu ergenekoncular ah. hep onlar reisi kötü gösteriyorlar.”
      – o da olmazsa, “ah şu sekülerler ah. şu chpliler ah. reisi kötü göstermek için. islamcılar bir daha iktidar yüzü göremesinler diye, islamcılar kötü gibi gösteriyorlar. onun için şehir üniversitesine el koyuyorlar.”
      – Bu arada simit sarayını da unutma. onu da ergenekoncular yaptı.

    • ‘Zamanım el verirse, sekülerler de dahil olmak üzere herkesin üzerinde yüzlerce kez düşünmesi gereken o verileri derli toplu yazıp aktaracağım.’

      Sabırsızlıkla bekliyorum.

  16. Davutoğlu’ndan şöyle bir muhasebe yapması beklenirdi:

    Şüphesiz kendisinin de yadsınamayacak katkıları olduğu Şehir Üniversitesi bağlamındaki kazanımların heba olması; öncülülük ettiği siyasi hareketten daha mı az önemliydi?

    Muhtemelen kurduğu partinin akıbeti Diriliş Partisi’nin akıbetinden farklı olmayacak.

    Siyaset yerine kendisinden beklenen akademik ve ilmi faaliyetlere yönelseydi kuvvetle muhtemel o üzerine titrediği Şehir Üniversitesinin akıbeti hüsran olmayacaktı.

    Maalesef siyasi elitlerimiz reelpolitik ve zamanında çekilme konusunda Sovyet elitleri kadar bile basiret sergileyemiyor, kişisel hırslarına mağlup oluyorlar.

  17. Gectigimiz 17 yilda acilan universitelerin buyuk cogunlugu “Universite” degildir, maalesef “Diploma Bakkali”dir.

    • Aynı fikirdeyim, ilave olarak varolanların çoğunun da kalitesi belirgin olarak düştü.

  18. Şehir Üniversite’si için iki kelam edecek muhafazakar aydın olarak sadece Fehmi Bey ve Davutoğlu’na yakın gazete yazarları kaldı. Daha önce 15 Üniversiteyi gasp edip insanları yokluğa mahkum ederken ses çıkaramayanlar buna da çıkaramazlar. Tek kelime ile geçmiş olsun. Benden söylemesi, Davutoğlu ve Babacan ekibine bir şekilde yakın olan herkes ve herşey aynı akıbeti beklesin.

    • Cemaatin üniversitelerini kasdediyorsunuz.

      ‘Cemaat iktidar savaşlarına girişmeseydi o kazanımlar heba olmazdı’ yollu bir eleştiriyi sizden duyamıyoruz maalesef.

      Sizin üniversitelerinizin Şehir Üniversitesi kadar savunulmaması üzerine düşünebilseniz bu yorumunuza gerek kalmazdı.

    • gününü zamanını okuyamayan, geleceği hiç göremez!.
      okul=okumak, öğrenmek, ilim-bilgi ise,
      o okullar açılmadan kapalıymış zaten..
      boş arsalara bedava konup üzerine bina bina bina yapmak,
      yada bir bina edinip-kiralanıp belli süreli eğitim teşviklerinden yararlanmak,
      sermaye yetmiyorsa vakıf dernekçilik, kooperatifçilik, birlikler, (sanki uzaydan gelme ve ulaşılması çok zor!) organizasyonları keşfetmek,
      okulun giderlerini öğrenci velilerinin karşılaması, burslar (okulun mezunlarının destekçi holding yada fabrikalarda çalıştırılma zorunluluğu-stajı vb ayarlamalar yapılması),
      örneğin bir bisküvi markasının sahibini okula sponsor yapmak yerine onun kaçmasını sağlayabilme becerisi,
      orada okutmanların parası nereden kimin cebinden ödeniyor bilmiyorum ama, devlet kesesinden kaç üniversitede kaç eğitimciye devlet maaş veriyor? kaç tanesinin özel okul olup yönetim şirketinin ödediği vb konuları konuşup tartişmak,
      bu okullardan kaçtane başarılı bilimadamı çıkmış? kaçtanesi hemen iş bulmuş?
      hangisinde dünyaca tanınmış madalyalar ödüller için koyacak yer yok?
      sizce hangisini konuşuyor olsaydık daha iyi olurdu?

  19. Şehir üniversitesinde en doğru çözüm bulundu ve yapıldı.murat Ülker bu ekibin okulu bu duruma getireceğini 3 yıl önce söyledi ve çekildi.yeni yönetim atanır ve okul profesyonelce yönetilir.

  20. “AK Parti’ye eleştirel yaklaşanlar iki ana öbekte toplanabilir:

    Çeşitli sebeplerle AK Parti’nin varlığına karşı oldukları için ne yapmışsa hepsine toptan karşı çıkanlar; bunlar birinci grubu teşkil ediyorlar…

    İkinci grup ise, AK Parti’yi diğer partiler gibi bir parti olarak gördükleri için onu eleştirilmez bulmayan ve dolayısıyla yanlış yapmışsa onu dile getirenler…” sayın yazar böyle bir gruplama yapmış ama aslında tek bir grup var ortada; türkiye düşmanları..! Akparti ve onun dışındakiler gibi bir ayrım yapmadığım umarım anlaşılıyordur; çünkü çoğu türkiye düşmanı da kendi içimizden çıkmıyor mu zaten..? Ha, şu üniversite mi; kuruluşundan bugüne emeği geçen ya da imzası bulunan kimler varsa alayı yargıya sevkedilmelidir! Öğrencileri de sakın ola, 15temmuzdan sonra fetö üniversitelerinde olduğu gibi sınavsız olarak devlet üniversitelerine filan aktarılmasın..! Uyarı: üniversite mütevellisi ve sponsorlarıyla ilgili tedbiren yurtdışı seyahat engeli konulsa iyi olur, benden söylemesi…

  21. Demekki bana dokunmayan yılan bin yaşarken sıra herkese geliyormuş! Perinçek yardım eder? 20 yıldır Avrasya Cephesini inşa ediyorlarmış. Rusya çin iran hindistanla aynı tarafta olun kazanın!

  22. Baykala kaset kumpası yapılır… Hiç düşünmüyorum başkanlığı der bir bakmışınız başkan olur…
    Sürekli F tipi yargıdan bahsederlerdi… Bir bakmışınız yanlarında yer alır…
    Devlet doğuda Pkk yı gömerken,Hendekçi kardeşlerimizin yanlarında olur…
    Suriyenin kuzeyine harekat yapılır, Ypg özgürlük savaşçıları der kendi topraklarını savunuyor der…
    Doğu Akdenizde herkes orda neden yokuz der… Sondaj gemileri Akdenizde tur atıyorken…
    Bu sefer de Ne işimiz var Doğu Akdenizde derler… Libya yla tarihi bir anlaşma yaparken…
    Daha dün Türkiyede turizimde çökmüş der… Bu sene turist rekoru kırılırken…
    Abd yaptırım uygularken.. Türkiye de can ve mal güvenliği yok yatırıma uygun değil der…
    Chp li biri saraya gitmiş derler haberim var der…Bir bakmışsınız kumpas ellerinde patlamış…
    Türkiye imf yle görüşüyor der…bir bakmışsınız otellerde imf direktörleriyle görüştükleri ortaya çıkar…
    Darbe olursa ilk önce ben tankın önünde dururum der… Bir bakmışsınız tankçılardan izin alır Bakırköyde takım tuvalet tv de olayları izler.. Hazır vaziyette bekler…
    Şehir üniversitesine Yandaşları Mimarlar odası dava açar… Ellerinden alınmasına sebep olur( ilk defa doğru karar) bir bakmışsınız koşa koşa şehir üniversitese ziyarete gider…
    Sarıklı biri mecliste ne işi var diye yaygara koparırlar… şehit olan kaymakamın babası çıkar.. yüzleri kızarmaz…yaygarayı koparanların çocuklarının yılbaşını erken kutlama partisinin rezaleti ortaya çıkar…
    İha Siha vermezler.. biz üretiriz…Derler bunlar israille anlaşma yaptı görüştüler…Üretenlerin israile hiç gitmediği ortaya çıkar…Şimdi de Kıbrısta kurulacak olan üsse karşı çıkarlar…
    Yollar, köprüler, tüneller, şehir hastaneleri, havalimanları, stadyumlar, konutlar, adliye sarayları, devlet kurumları, toplu konutlar yapılır… Ne gereği vardı diye karşı çıkarlar…Kanal istanbul yapılacak yaygara çıkarırlar….
    Milletvekillerine 3 ayda bir 5000 bin tl para yatıttırılar… Kulıçtaroğlunun yalanlarına ödedikleri tazminatlar burdan ödenir… Bir sene oldu orda kaç para birikti… kaç tazminat parası ödendi… Bu paralar nerde….

  23. partileri halkın pek önemsemediğini, sadece lidere baktığını notunuda, oyunu da ona göre verdiğini tahmin ediyorum. eğer kafasında kurduğu şartlar oluşmamışsa ya oy kullanmamayı, yada sağ -sol olarak bilinen köklü ana partilere oy vermeyi düşündüğünü söyleyebilirim. bende böyle his doğdu.
    partiler bir karakter, duruş, kendini ifade edebilme, bir yola girme vb sergilerse seçmen niçin seni seçmesin?
    ama fakat lakin
    A partisi liderine bakıyor 4×4, B partisine bakıyor 1/4, C partisine bakıyor 0x4…
    bir partiye bakıyr fazla şımarmış, ama lider doğru, vazgeçemiyor. diğerine bakıyor parti doğru lider yanlış, kadro eksik; bekletiyor.
    bir başka geçiş safhası: birisi diğerini öcü göstermeyi becermiş, diğeri öcü göründüğünü dahi anlamamış ki sevesin, okşayasın..
    tek parti iktidarlarının yapabileceği çok şeyler oluyor; yapabilene..
    koalisyonlar daha güzel işler yapabilir; becerebilene..
    tek MV bile başkan olabilir: ileriyi görebilene.
    her kim nerede olursa olsun, ekonomiyi, eğitimi, inanç ve sosyal yaşam konularını öncelemeli, halkın refahını, sağlığını, geleceğini düşünmeli.
    simitçi, kahveci gazozcu, dinci cinci ecinni, borucu kanalcı lağımcı, bunlar halkın ilgilendiği şeyler olmamalı!..
    kaç tane devlet, özel, vakıf üniversiten, meslek okulun,
    kaç tane, nerede, hangi inanç kurum-binan var?
    kaç tane sanayi, bölgen, fabrikan, ticarethanen var?
    ihracatın ne kadar? ekmek, balık, et,un şeker, ulaşım kaç para?
    kaç ambar buğdayın var, kaç gemi gıda ithal ettin?
    kaç kadın iş ortamında? (Kaç kadın öldürüldü buyıl değil?)
    okulu bitiren kaçkişi kaç ay içinde işe yerleşmiş?
    yollar, hastaneler, köprüler dört dörtlük mü? faydası- eksiği- zararı! (sadece muhalefet partisimi ilgilenip duyurabilirse! duyurmalı?)
    işe gidiş, işten çıkıp evine varış işleri!!! (sadece hükümetin işimi? sendikalar, stk’lar, belediyelr, daha neler neler?..)
    bana bundan haber ver!…
    yada herkes kendi çocuğunun okuluna gitsin kantini denetlesin, seccadesini çantasında taşısın bir ağaç gölgesinde namazını kılsın, okul bitince yurtdışına gitsin iş arasın, kanun adamı yerini çeteler alsın, herkes evinin duvarına dikenli tel çektirsin, bunu mu istiyoruz?
    vergisini doğru, tam ve zamanın da veren bir halk! verdiği verginin nereye, nasıl ve ne kadar harcandığını da sorar!…
    Yoksa siz hala!….

  24. Demek AK Parti iktidar dönemini “…başlangıcında ve uzun bir süre sonrasına kadar doğrularının yanlışlarından fazla olduğu, son yıllarda ise yanlışlarının doğrularını fena halde solladığı” iki döneme ayırabiliriz.

    Burada “son yıllarda” zaman dilimini nereden, hangi tarihten başlatacağımızı tespit etmek gerekir gibi bir düşünce içimize doğsa da bunun önemi yok, çünkü; yanlışlarının doğrularını solladığı zaman dilimi kısa da olsa tahribat başlamış; yapılan iyi icraatların da bir değeri kalmamıştır ki; yapılan yanlış uygulamalar iyi onlarını süpürüp alıp götürmüştür.

    Düşünsenize AK Partinin ilk iktidar dönemlerinde yapılan, iyi diye bildiğimiz, takdir ettiğimiz icraatlarından hangisini şimdi göğsümüzü gere gere anlatabiliriz: Ogünlerin toplumsal heyecanını mı, demokraside kat ettiğimiz mesafeyi mi, düşünce özgürlüğünü mü, ekonomik iyileşmeyi mi; uluslararası iyi ilişkileri mi, komşular ile sıfır sorun politikamızı mı?…

    Şimdi bunlar var diyebiliyor muyuz?

    Yok!

    Ne/ler var?

    -Otobanlar var, hava alanları var, tüp geçitler var; üzerinde gezinen bütün araç-gereçler ise hepsi ithal.
    -(Dış) borcumuz var, piyasada paramız yok.
    -Betona gark edilmiş bir yurdumuz var, 1 Milyonu aşkın konut stokunu eritecek talep yok.
    -Üniversitelerimiz var, akademik başarılarımız yok!
    -İnsanımız var, “iç huzuru” yok.
    -İşsizimiz var, işimiz yok.
    -Bankalarımız var…

    AK Partinin o iyi icraatlarının yanlış olanları sollayacağı yeni bir dönemini görecek miyiz desem…
    Perinçek alınır, Bahçeli darılır; ulusalcı-milliyetçiler hak etmeden elde ettikleri iktidar ortaklığını kaybedeceğinden “karaları bağlar” üzülürler.

    Bu halde ben, Koru’nun sınıflandırmasından hangisine dahil olurum: Çeşitli sebeplerle AK Parti’nin varlığına karşı oldukları için ne yapmışsa hepsine toptan karşı çıkanlar grubuna mı…

    AK Parti’yi diğer partiler gibi bir parti olarak gördükleri için onu eleştirilmez bulmayan ve dolayısıyla yanlış yapmışsa onu dile getirenler grubuna mı?

    • Hasan bey siz akparti iktidarına her halükarda karşı olanların grubundansınız, içiniz rahat olsun yani… bizim için ise en önemli kazanım milli iradenin üstünlüğüdür: yani cumhurbaşkanını halkın seçiyor olması ve başkanlık sistemidir. Eh, rakamlar da her konuda 15yıl öncesine göre daha iyi durumda; inanmayanlar uluslararası bağımsız kuruluşların yayınladığı verilerden faydalanabilir tabii…

      • Baran sen hiç benim bi ikilemde kalmış gibi bi görüşüme ya da düşünceme rastladın mı bu sayfalarda..? Allaha şükür bizim işimiz ikilem değil yöneylem!!!

  25. AK Parti ile alakalı sizinle aynı konumdayım diye kendimi tanımlarım.Ama 17 yıl da birçok üniversite açılmasını iyi olarak görmüyorum.Aksine ; istihdam hesabı ve planlama yapılmadan açılan bu okulların ancak diplomalı işsiz yığınlar gibi kronik bir sıkıntının temel sebebi olduğunu düşünüyorum.

    • Gençlerin hepsi dersane mafyasına ihtiyaç duymaksızın üniversitelere girebiliyor diye mi işsizlik artıyor diyorsunuz sayın giresinli? Yani sizce şehir üniversitesini kayyuma devretmek yerine kapatsak daha mı iyi olurdu? İşsizliği azaltmak için bence daha farklı yollar bulunabilir…

      • Mesela…..???

        Herbiri diğerinden farklı/üstün yetenekleri zemine yakın bir vasatta eşitleyip herkesi devletin sınırlarını belirlediği misyonlarla görevlendirmek olabilir mi acaba?

        Peki devletin belirlediği misyonlarla doğruluğunu kim ölçecek?

        Dahi fikirler üretebilecek zekaların kabiliyetlerini devletin sınırlaması size göre bir akıl israfı deyil mi?

        • Gayretli bey! Sorularıma cevap ver kaçma. Beni, hemen her fırsatı küçük Çem’den parasını istemek için ya da dalga geçmek için “paramı ver” diyerek değerlendiren İsmail Saymaz gibi ‘cevap ver’ demek zorunda bırakma.

          Bu arada ikinci sorunun yazımı düzeltilmiş hali: Peki devletin belirlediği misyonların doğruluğunu kim ölçecek?

  26. 17 yıldır iktidarda olan ve paraları bir şekilde ihale usulleri ve şartlarını uygun hale getirerek istediğine verebilen kendine yakın olunca kurtarılan örnekleri mevcut bakılabilir bu lüksün de sonu gelecek bu millet akp ye oy verip gözleri ve kulakları bağlı olup hicbirsey duymayip görmeyen insanlardan oluşmuyor.arastiran gören 3-5 sene öncesine kadar alternatifsiz olan bundan sonrada alternatif olacak girişimleri can kulagi ile takip ediyor bilesiniz.yapilan yalnislari görmek için analist ekonomist olmaya hiç gerek yok dostlar ayan betan herşey ortada

  27. Fehmi Bey’in şu tespitine katılıyorum:

    “AK Parti’ye eleştirel yaklaşanlar iki ana öbekte toplanabilir:

    Çeşitli sebeplerle AK Parti’nin varlığına karşı oldukları için ne yapmışsa hepsine toptan karşı çıkanlar; bunlar birinci grubu teşkil ediyorlar…

    İkinci grup ise, AK Parti’yi diğer partiler gibi bir parti olarak gördükleri için onu eleştirilmez bulmayan ve dolayısıyla yanlış yapmışsa onu dile getirenler…”

    Ancak bu tespite bazı ilaveler yapmak istiyorum:

    Bazıları üçüncü bir grubun daha olduğunu,
    bu grubun Ak Parti’nin yanlışlarını da
    doğru saydıklarını,Ak Parti ne yaparsa yapsın alkışladıklarını söyleyip,buna benim gibi yorumcuları örnek olarak gösterebilirer.Bu varsayım benim gibi düşünenler hakkındaki yanlış bir kanaattir.
    Zira aklı başında hiç bir insan iktidar eleştirilmesin,sürekli alkışlansın demez.
    Çünkü bir iktidara ya da şahsa yapılabilecek en büyük kötülük ona hatasını söylememektir.

    Pekiyi bunu yapıyor muyum,İktidarın
    hatalarını dile getiriyor muyum?Bu platformda pek yaptığım söylenemez. Çünkü haksız eleştirilere,karalamalara,
    hatta düşmanlıklara cevap yetiştirmekten
    buna vakit bulamıyorum.Üstelik bir de çoğu zaman iktidarın doğrularını yanlış olarak takdim edenler var.

    Arkadaş gruplarımız arasında yaptığımız
    yazışmalarda maddeler halinde iktidarın yanlışlarını sıralıyorum ve iktidarı insaflı
    ve yapıcı bir şekilde eleştiren yazıları paylaşıyorum.

    İktidar son 10 yılda yanlışlar yapıyor deniyor ki,son 10 yıl iktidarın fetönün
    farkına vardığı zaman dilimidir.Ak Parti
    İktidarının olumlu adımlarının pek çoğu
    son 10 yılda gerçekleşmiştir.Zaten ilk
    10 yılda eli kolu bağlıydı,bir kuşatılmışlık
    içindeydi.Kapatma davası,e-muhtıra,367
    hukuk faciası gibi gailelerle uğraşmak zorunda kaldı.Bu da zaman kaybına sebep oldu.

    Fehmi Bey’in birinci grupta “Ak Parti’nin
    varlığına karşı olanlar” olarak nitelediği kişiler bu platformda da varlar.Hatta çoğunluğu teşkil ediyorlar.Ayrıca varlığına karşı olmayı düşman olarak görüyorlar şeklinde ifade edersek daha gerçekçi bir tespitte bulunmuş oluruz.

    Yazarımız biraz da zorunlu olarak ikinci
    gruba girmek durumunda.Zira kankası
    Abdullah Gül,Ak Parti iktidarında 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı.Kısa bir süre Başbakanlık yaptı.Bir hayli zaman Dışişleri Bakanlığı yaptı.Bu zaman zarfında Fehmi Bey de iktidara destek çıktı.Elbette eleştirileri de olmuştur.Şimdi külliyen
    karşı çıkması kendini inkar anlamına gelir.

    Ak Parti eleştirilirken nereden nereye geldiğimiz ve Türkiye’nin zorlukları unutulmamalı derim.

  28. ””YOK BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ BİZ SİYASETÇİLER BİRBİRİMİZE BENZERİZ.””
    Sinan Aygün, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile CHP’li 3 belediye meclis üyesi hakkındaki ‘25 milyon lira rüşvet istedikleri’ iddiasıyla ilgili yaptığı suç duyurusunda geçen delilleri Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim edeceğini açıkladı. Rüşvet iddialarıyla ilgili görüntü ve kayıtları ‘gizlilik kararı’ sebebiyle kamuoyuyla paylaşamadığını belirten Aygün, “Delilleri teslim etmedim. Onunla (deliller) ilgili, kamuoyuna vermemem konusunda bana uyarı geldi. Savcılığa elimde görüntüler olduğunu söyledim zaten. Savcılığa teslim edeceğim. Ancak şu an onları açıklamam yanlış” dedi.
    DURUN BAKALIM DAHA NELER GELECEK .İBB YENİ BAŞLADI.
    Al birini vur öbürüne neyi yazıp çiziyoruz. !!!!

    • Sinan Aygün sanki “beni taksim meydanında yaksanız da delilleri vermiycem” demiş olmasın?

  29. Sayın Fehmi bey,

    Lütfen nasıl bir çözüm bulunabileceği konusunda görüşlerinizi de paylaşın.

    Bulunacak çözüm “simit sarayını da yani ancak yandaş ise kurtarıyorlar” şeklinde toplumu rahatsız edecek bir çözüm olmasın lütfen.

    Selamlar

Yoruma kapalı.