ABD’de seçimde kaybeden Trump bütün popülist politikacılar için ölümüne direniyor…

32
Reklam

ABD’de Donald Trump seçimde yenildi, ama görüyorsunuz direniyor.

Yalnız kendisi için değil, dünyadaki bütün popülist politikacılar için direniyor…

Bazılarının ‘Popülistler Enternasyonali’, başkalarının sözcüklerin birbirini dışladığını bile bile ‘Milliyetçiler Enternasyonali’ adını verdikleri bir hareketin lideri Donald Trump

Avrupa’da, Ortadoğu’da, Uzak Doğu’da Trumpgiller iktidara gelsin diye çalışan bir hareket bu.

Hareketin strateji babasını tanıyalım

Steve Bannon ismini bir kenara not edenlerdenseniz şimdilerde ABD’de korona mücadelesini yürüten Dr. Anthony Fauci ile FBI direktörü Christopher Wray’i kellelerini mızraklara geçirerek yok etmek istediğini takipçileriyle paylaştığını ve bu sebeple hakkında soruşturma başlatıldığını da biliyorsunuzdur.

Steve Bannon Roma’da..

İşte o Steve Bannon birkaç yıldır Trump örneğini globalleştirmek, dünyada Trump benzeri liderleri iş başına geçirmek için çabalayıp duruyor.

Emrine verilmiş özel uçakla Avrupa başkentleri arasında mekik dokuyor, New York Times’a göre geceliği 32 bin dolarlık otellerde kalıyor, görüşmek için davet ettiği konuklarına şampanya sunuyor.

Reklam

Belli ki, Bannon’un elinde limitsiz bir para gücü var.

Trump’ı 2016 yılında ABD’ye başkan seçtirmeyi başaran ekibin başındaydı Bannon. Bir yandan Breitbart adlı aşırı sağcılara hitap eden internet haber sitesinde popülist hareketin stratejisine uygun yayınlar yapıyor, bir yandan da Trump’ın sandık başarısını sağlamanın koordinatlarını çiziyordu.

Yeni başkan, Steve Bannon’u kendisiyle birlikte Beyaz Saray’a taşıdı.  

İkili ilk kez Bannon’un talebiyle 2010 yılında bir araya gelmişlerdi. Bannon para babası bildiği Trump’a “Başkan olmak istiyorsan önümüzdeki seçimde kendine yakın birilerinin Kongre’ye girmesi sağla, bunun için bir fon ayıralım, belirlediğimiz ideolojisi bile uyan adayları paraca destekleyelim” tavsiyesinde bulunmuştu.

Para söz konusu olduğu için Trump tavsiyeyi o zaman dinlemedi.

İkili yeniden 2016’da bir araya geldi. Trump yakından izlediği Bannon’u kampanyasının stratejik yöneticisi yaptı.

Beyaz Saray’da Trump’ın izlediği program da Bannon’un parmak izlerini taşıyor.

Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk günlerini anlattığı ve çıktığında büyük ses getirmiş kitabında Michael Wolff, Bannon’un Ortadoğu konusundaki görüşlerini, o görüşlerin sarf edildiği ortamda bulunmuş kişilerin dilinden aktarıyor.

Reklam

Konuşan Bannon:

“Daha ilk günden ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyoruz. Netanyahu bizden. Kumarhaneler kralı, İsrail’in kollayıcısı, aşırı sağcı ve Trump destekçisi Sheldon Adelson da bizden. Ürdün Batı Şeria’yı alsın, Mısır’a da Gazze’yi verelim. Suudlular tetikte, Mısırlılar da tetikte, hepsi Perslerden ölümüne korkuyor. Yemen, Sina, Libya… Bunlar berbat yerler… Bu yüzden Rusya anahtar. Rusya kötü değil mi? Kötü elbette, ama dünya zaten kötülerle dolu.”

Aynı konuşmada Bannon, ABD’nin yeni düşmanını da belirliyor: Çin

Muhatabının “Donald bu anlattıklarının neresinde?” sorusuna, Bannon, “Tamamen işin içinde” cevabını veriyor.  (‘Fire and Fury’, 2018,  s. 11-12).  

Harekete kazandırılan ilk isim İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu oldu.

Bannon Avrupa yollarında

Trump bir süre sonra Bannon’u atadığı görevden aldı. Çoğu kişi ikilinin arasınının açılmasına bağladı bunu. Bannon’un Beyaz Saray’a geçince bıraktığı Breitbart sitesinin başına döneceğini sandı. Bannon ise kendine tahsis edilmiş özel uçak ve sınırsız maddi imkanla Avrupa ülkelerine popülist liderler kazandırmak için kolları sıvadı.

Steve Bannon ve Marine Le Pen..

Fransa’da Marine Le Pen ilk hedefiydi. İngiltere’de Nigel Farange, İtalya’da başbakanlıkta gözü olan içişleri bakanı Matteo Salvini, başta Polonya ve Macaristan olmak üzere Avrupa’da yönetime gelmiş popülist liderlere eklenmek üzere harekete katıldılar.

Bannon Avrupa’nın başkenti sayılan Brüksel’de bir vakıf kurdu. Adı ‘Hareket’ (‘The Movement’). İtalya’da da Katolik bir tarikatla anlaşıp eski bir manastırı ‘siyaset akademisi’ haline dönüştürmek yolunda hayli mesafe alındı.

İlk yapılacak seçimde, Fransa’da Le Pen’in cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimali var. Araya mesafe koymuş görünse de, Le Pen’in Bannon’la el altından irtibatını sürdürdüğü biliniyor.

Projeyse proje.

Ancak proje Trump’ın ABD’de seçimi kaybetmesiyle çok ciddi bir yara almış oldu.

Seçeneklerden seçenek beğenin: İç-savaş mı, darbe mi?

Yazının en başında Trump’ın yalnız kendisi için değil, dünyadaki bütün popülist politikacılar için direndiğini belirtmem bu yüzden…

Son dört yıl içerisinde Avrupa’da popülist politikacıları devletlerin yönetimine getirmeyi amaçlayan hareket bir proje ve bunun başarılı olması Trump’ın Beyaz Saray’da oturmaya devam etmesiyle çok yakından ilişkili.

Trump ne kadar direnebilir?

Bu soruyu “Bir iç-savaş, hatta askeri darbe de düşünebilir mi?” biçimine çevirebiliriz.

“ABD’de iç-savaş, ABD’de askeri darbe?” şaşkınlığı yaşayacakları uyarırım: Bu ihtimalleri dile getiren ben değilim; ABD’de ve Avrupa’da aklı başında bilinen pek çok siyasi gözlemcinin aklından geçiyor bu ihtimaller ve bazıları bunu yorumlarında da dile getiriyor.

Devir-teslim için gün sayılıyor ABD’de, kazanan başkan Joe Biden ekibini kurmak için çalışıyor, izleyeceği politikaları belirliyor. Amerikan siyasi jargonunda ‘topal ördek’ (‘lame duck’) haline dönüşen Trump ise yerinden kalkmamak için ölümüne direniyor.

En son, yeterince sert bulmadığı, kendisinin Oregon ve Şikago’da toplumsal gösterilere müdahale için asker kullanılması kararına yürekten katılmadığını gördüğü savunma bakanı Mark T. Esper’i görevden aldı Trump, Pentagon’da kilit yerlerde de rotasyona gitti.

Sert isimler geldi gidenlerin yerine.

“Ne oluyor?” diye soruyor pek çok Amerikalı gözlemci.

Kendimce ne olduğunu bu yazıyla açıklamaya çalıştım.

ΩΩΩΩ  

Reklam

32 YORUMLAR

  1. “Popülizm, siyasi hareketlerin ve işçi hareketlerinin doğduğu yer olan Fransa’da halkın karakterinin ve sorunlarının dile getirilmesi ve bu düşüncelerin iktidara aşılanması için kullanılmıştır (1930). Popülist düşünürler halkı anlatırken halkın içindeki karakterleri kullanmayı gaye edinmişlerdir. Çünkü yüksek zümrenin araçları ve değerleriyle halkın sorunlarının popülist düşünceyle anlatılması mantık dışıdır.”

    Halkçı siyasetin iktidara taşınması için kapitalist, sosyalist veya ikisinin arasında yöntemler tercih edilebilir. Hatta monarşinin modern versiyonu olarak karizmatik liderler etrafında halkçı otokrat rejimler de olabilir! Bu nedenle popülizmin tam bir tanımı üzerinde henüz akademik dünyada bir uzlaşma sağlanabilmiş değil.

    Şahsi gözlem ve analizlerime göre popülizmi şu şekilde anlıyorum :
    – Popülizm temel olarak ‘halkçılık’ üzerinde yükseliyor fakat halka ne gibi imkanlar sağlayacağı konusunda belirsizlik içeriyor. Popülizmi tercih eden halk sonuçlarını yaşayarak öğrenmek zorunda.
    – Popülizm halkı küçümsemeyen ve ona değer veren bir söyleme sahip. Fakat değer verdiği halk kesimleri sadece popülist siyaseti onaylayanlar ile sınırlı kalıyor. Yani bölücü bir niteliğe sahip.
    – Popülist liderler halka sorunlarının kaynağı olarak “elverişli hedef” gösteriyorlar. Mesela Hitler 1. Dünya savaşı sonrası Almanya’da yaşanan büyük sorunların nedeni olarak Yahudileri göstermiş ve “işte sorunlarınızın kaynağı bunlardır” demişti. Gerçi bu oldukça sivri ve uç bir örnektir ama açıklayıcılık özelliği yüksektir.
    – Popülizm tam veya kısmen gerçek sorunlar üzerinden yapıldığında, ilk bakışta meşru ve ahlaki gibi gözüküyor. Fakat halkın duygularının ve sorunlarının istismar edilmesinin kolaylığı, popülizm siyasetini akılcılıktan uzaklaşıp ‘kurnazlık ve diğerlerini kötüleme’ ye indirgiyor.
    – Popülist siyasetçiler varken, popülist olmayan siyasetçiler de halka haklı olmadığı konuları söyleyemiyor. Bu durumda ‘halk’ hep haklı iken ‘elitler’ hep haksız gibi hayatın doğal akışına uymayan bir sonuç çıkıyor. Siyaset pek çoğu gerçekleşemeyecek vaatlerden oluşan bir aldatmacaya dönüşüyor.

    Popülizm ile mücadele edecek anti-popülist siyasetçiler, popülizm yapmadan popülist yöntemleri kullanmayı becerebilmelidir. Bu ise kolay değil, hem rasyonel hem de irrasyonel yetenekleri kullanabilen siyasetçiler gerekir. Bu sağlanamaz ise popülist siyasetçinin iflas etmesini beklemekten başka çare kalmıyor.

  2. 15temmuzda boğazköprüsünü tutan tosuncuklar bakıyorum sırat köprüsünü de çoktan tutmuşlar; nerde gişe var para var orda zaten bu kopiller…

    “Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir
    Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir

    Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür
    Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir

    Oda gölgedir deyu, ta’n eylemen hocalar
    Hatırınız hoş olsun, biraz yanasım gelir”
    (Yunustan)

  3. Sık yazan yorumcular tam fıkralardaki muhasebeciler gibisiniz “2×2 kaç eder? Cevap alacakmıyız satacakmıyız” her durumdan her çıkarımı yapıyorsunuz delil ne olursa olsun vardığınız sonuç hep aynı yere çıkıyor kiminiz açıkca kiminiz üstü kapalı sahtekarca söylüyorsunuz ama her olayda her durumda varabildiğiniz tek sonuç var “Tayip Erdoğan kötü yapıyor” başka bir bildiğiniz var mı ? Ocakmedya.com un sayfa title ini değiştirin tayibr karşı ol me olursan ol gel yazın :)) başka nasıl ifade edilir bilmem ama inanın Tayyibe isnat ettiğinizden daha fazla vicdan taşımıyorsunuz. Buzdağının altı henüz ortaya çıkmadı diyenler ne çok haklıymış.

  4. «Bernar
    11 Kasım 2020 At 20:20
    THE SPECTATOR (çeviri)

    Amerika’yı Tekrar Yeniden Büyük Amerika Yapalım: 2024’de Tekrar Trump»

    Sn.bernar vallahi sabahtan akşama kadar fırıldak gibi dönüyorsun, bir dediğin öbürünü tutmuyor; tramp gitti gidiyor, yok darbe yapıp kalırsa millet kabul etmezmiş derken şimdi de gelecek seçimler için adaylığını mı koymuş ne diyorsu?
    Gerçekten de biraz yoruldun sanki, git yat en iyisi…

  5. THE SPECTATOR (çeviri)

    Amerika’yı Tekrar Yeniden Büyük Amerika Yapalım: 2024’de Tekrar Trump

    Donald Trump’ın seçimi kaybetmiş olduğunu kabullendiğini ve arayı bulmak için Joe Biden’a resmi bir çağrıda bulunduğunu hayal edin. Sonra, seçimi kaybedip tek-dönem başkan olmuş diğerleri arasında yerini almış bu kişinin, eski ünvanını geri almak için önümüzdeki dört yılı bunun hazırlığına hasretttiğini düşleyin.

    Bu size inanılması güç bir şey olarak mı görünüyor? Öyle görünmesin. Çünkü, Trump, bir yandan seçim sonuçlarını gayri meşru ilan eder, bütün dünyanın kendisine karşı komplo kurduğunu iddia eder ve avukat ordusunu oylama ve oy sayımı sırasındaki hayali usulsüzlüklere karşı dava açılması için harekete geçirirken, diğer yandan 2024 yılındaki seçimde tekrar aday olmaktan söz ediyor.

    Eğer bu dedikodu kazanının peydahlamış olduğu gülünesi öykülerden birisi olsaydı, insanlar aradan 24 saat geçitkten sonra bunu unutmuş olurlardı. Oysa, Axios, NBC News ve New York Times da dahil olmak üzere, giderek daha çok haber kanalı ve haber sitesi, Trump’ın 2024’de tekrar aday olacağına ihtimal veren kişilerle konuşup ropörtjlar düzenliyorlar. Kendi seçim bölgesinde seçimi kazanarak tekrar senatör seçilen Güney Carolina senatörü Lindsey Graham, Fox Haber’de, Trump’a gelecekteki siyasal şansını muhafaza etmesi çağrısında bulundu. “Tekrar aday olma fikri üzerine kafa yorması konusunda kendisini cesaretlendirmek isterim” dedi Graham:

    “Grover Cleveland da seçimi kaybedip yeniden seçilememiş, ama daha sonraki seçimi kazanıp tekrar başkanlık koltuğuna geri dönmüştü. Eğer başkanlığını elinde tutamazsa, Donald Trump yeniden aday olmayı düşünmeli.”

    Trumpi şimdilik, yeniden aday olma konusunu kendi başına düşünüp kafasında tartıyor. Ama, diğer yandan, daha önceki yıllarda başkanlık koltuğuna oturmayı düşleyenler ne yapmışlarsa, o da aynı şeyi yapıyor: medyada ismini taze tutmak için siyasi bir eylem komitesi oluşturyor ve Cumhuriyetçi Parti içinde en baskın siyasi ağırlığı olan kişi konumunu elinde tutmak istiyor. Daha şimdiden para bağışlarını kabul etmeye başlamış olan PAC liderliği, kendisine “Amerika’yı kurtarın” (Save America) sloganını seçmiş, ve bu slogan Trump’ın başkanlık koltuğuna yeniden dönmek için kuramsal olarak zihinde tasarlanmış kampanyanın sloganı gibi.

    *** Yorudum, çevriyi daha sonra sürdüreceğim 🙁 ***

  6. Üç gün önce, sayın Koru, “Trump ölümü göze alır, başkanlığı bırakmaz” söyleminin yaygınca paylaşıldığıına dikkati çektiğinde, Trump’un gerilimi ileri boyutlara taşımayacağını, seçim sonucunu belirleyen kritik eyaletlerde yasal itirazlar başlatmakla yetineceğini, ardından yelkenleri suya indirip, hem kendi başını hem de Amerika’nın başını belaya sokmadan, “Aslında ben kazanmıştım, ama sizin dediğiniz olsun, hiç hak etmiyorsa da Biden başkan olsun” yollu bir ağızla kuyruğu dik tutmayı seçeceğini düşündüğümü yazdım:

    “Yakınlarının dile getirdikleri gibi, Trump yenilgiyi asla hazmedemeyen, kabullenemeyen bir tip olabilir -öyle olduğu da açık zaten. Ancak, bunun dışavurumu, şu içinde bulunduğumuz gün, “Ben başkanlığı her ne olursa olsun bırakmayacağım” inatçılığı olmak zorunda değil. Kanaatim o ki, seçimi kaybetmiş olmanın hazmsızlığını yaşayan Trump, zihninde ve duygu dünyasında, bunun hıncını şimdi değil, bir sonraki seçimlerde almak gibi bir fikre daha yakın duracaktir.

    Biden 78 yaşını geride bırakmış olacak gelecek yılın başında başkanlık koltuğuna oturduğunda. Trump 74 yaşında, bedenen ve zihnen 35 yaşlarında olduğunu iddia edebilecek kadar kendisine aşık bir tip. Yaş, caydırıcı bir faktör olmaz.

    Yanısıra, pandemi belası ile başa çıkma, daralan ekonominin olumsuz sonuçlarını göğüsleme işleri Biden’ın omuzlarına kalır. Trump seçmeni aynı kararlılıkla yerinde duruyor görünüyor. Bir sonraki seçimde rövanşı alma fikri neden Trump’ın aklına gelmesin?”

    Az önce, T24 haber sitesinde kısa bir habere rast geldim. T24’ün Amerikan Axios haber sitesine dayandırarak paylaştığı bu habere göre, Trump, danışmanlarına, 2024 yılında yapılacak seçimlerde tekrar aday olmayı düşündüğünü söylemiş.

    Bana kanaatimi doğrular görünen bu haberin üzerine atlamak yerine, ilkin, sadece isim olarak aşinası olduğum Axios haber sitesinin güvenilirliğine ilişkin bir izlenim edinmeye çalıştım. O sayede, haberin sadece Axios haber sitesinde dillendirilmediğini öğrenmiş oldum.

    Ciddi ve güvenilir İngiliz gazetelerinden The Independent, doğrudan konuyla ilgili bir haber yapmış. Yine tanınmış ve ciddiye alınan The Spectator dergisi de, Trump’ın seçim sloganı olan “Amerika’yı yeniden büyük yapalım: 2024 seçiminde yine Trump” başlıklı bir yazıya yer veriyor.

    Her iki yazıyı çevirerek aşağıda aktarıyorum:

    THE INDEPENDENT:

    Başkan Donald Trump, yeniden seçilmek için Demokrat rakibi Joe Biden’a karşı yarıştığı seçimi kazanmayı başaramadı. Ne var ki, bu, onun iktidar gücünün kesin olarak sona erdiği anlamına gelmiyor.

    Amerikan Anayasası’na göre, Trump’ın seçimi kaybetmiş olduğu resmi olarak ilan edilse bile, Trump’ın 2024 yılında Beyaz Saray koltuğu için yeniden aday olmasının önünde bir engel yok.

    Anayasa’nın 22. maddesi, “Hiç kimse Başkan olarak ikiden çok kez seçilemez” diyor.

    İlgili madde, getirdiği sınırlama konusunda, o iki başkanlık döneminin ne zaman mümkün ve kabul edilir olacağına ilişkin herhangi bir zaman şartından söz etmiyor.

    Trump’ın eski danışmanlarından Bryan Lanza, Perşembe günü katıldığı “Today” adlı programda, Başkan’ın dört yıl sonraki seçimde yeniden aday olma konusunda güçlü bir pozisyona sahip olduğunu dile getirdi ve şunları söyledi:

    “Herkes, bunun açık bir seçim zaferi ile sonuçlanacağını düşündü. İki aday arasındaki oy farkı yüzdesinin iki haneli rakamlarla telafuz edileceğini konuştuk, adaylardan birinin ikinci seçmenleri silip süpüreceğini konuştuk. Oysa, bu tür bir resimin çok uzağında bir biçimde sonuçlandı seçim.

    Eğer bugün de Başkan’ın danışmanlarından biri olsaydım, ki kendisiyle zaman zaman görüşüyorum, ona, “Sayın Trump, eğer çok ileri gitmezseniz, şu an dört yıl sonraki seçimler için gayet iyi bir pozisyondasınız.” derdim.”

    Ne var ki, B. Lanza şunu da sözlerine ekledi:

    “Eğer Trump gerçekten bir sonraki seçmlerde aday olmak istiyorsa, bugünkü durumdan “çıkış yolu” konusunda dikkatli davranması gerekiyor, gelecekteki seçim için sahip olduğu potansiyele zarar vermemesi gerekiyor.”

    Lanza, Trump’ın eski danışmanı olup ona 2024’te yeniden aday olmasını öğütleyen ilk danışman değil. Steve Bannon da geçen ay benzeri değerlendirmelerde bulunmuştu. Bannon, “Başkan ikinci dönem başkanlığı bu seçimde kazanamasa bile, Donald Trump’ın sahneden inip gittiğini görmeyeceksiniz” demişti.

    Senatör Lindsey Graham da, “hareketini canlı tutmak için” başkanlık yarışına yeniden aday olması için Trump’ı cesaretlendirenler arasında.

    Trump’ın eski yardımcılarından Rizk Gaetz ve Mick Mulvaney, Trump’ın 2024 seçiminde yeniden partinin adayı olarak gösterilmesine şaşırmayacaklarını söylüyorlar.

    Axios haber sitesine demeç veren ve isminin açıklanmasını istemeyen bir kaynağa göre, Trump’ın bizzat kendisi yeniden aday olma fikrini zihninde değerlendiriyor.

  7. trump, “dünya lideri”ni çok geriden takip ediyor.
    – bence hata ediyor.
    – halkı komunizmle korkutma döneminin son demlerindeyiz.
    – yeni dönem; “bu ülkeye komunizm gelecekse onu da biz getiririz” dönemi.
    – koltuğu, halkı komunizmle korkutarak koruyamazsınız, komunizm gerekiyorsa, komunizmi de siz getirerek koruyabilirsiniz.
    – bu gerçeği de ilk önce “dünya lideri”nin kavramış olması sürpriz değil.
    – trump, dünya liderini takip etseydi bu gerçeği anlamasa bile, bu gerçekliğe göre hareket eder, çok şeyini kaybedebileceği çaba içine girmezdi.
    – biliyorum, yazdıklarım hikaye modunda.
    – tıpkı, daha önce, ingilterenin avrupa birliğinden ayrılması oylamasındaki sonuç ve dünyadaki gelişmelerin küreselleşmeye geçici bir tepki olduğu ve bu durumun geçici olduğuna ilişkin tespitlerim gibi.
    – bernar beyin söylediği gibi olabilir: yani, “dünya lideri” çok derin analizler yapabilecek kapasitede olmayabilir. fakat, “paranın kokusunu almak” deyimi vardırya, bu deyimi, koltuğunu korumak için yapılması gerekenleri iyi hissediyor diye uyarlayabiliriz.
    – malezya başbakanı idi galiba, ülkeyi batırıp, sonrada yine ülkenin kurtarıcı süpermeni olmayı başaran.
    – gelişmemiş toplumlar kahramanları severler. ama iktidardan düşmeden tekrar “mehdi” olunur mu teorik sorusu toplumların yaşamında cevaplandı mı bilemiyorum. ben cevaplanmadı diye düşünüyorum. bu konuda aksi doğrultuda bilgisi olan var ise beni de aydınlatırsa sevinirim.
    – aslında geçtiğimiz günlerde bir-iki arkadaş bu konuda birşeyler yazdı diye hatırlıyorum ama yazılanların espri babında yazıldığı, üzerinde ciddi olarak düşünülmediği intiba edindim.
    – oysa “dünya lideri”, “faiz enflasyonun sonucudur” çuvallamasından sonra bilgiye önem vermek gerektiği düşüncesine kolaylıkla yön çizdi. bu konuda damat bile gözüne görünmedi. çünkü koltuğun tehlikede olduğunu ve ekonomi bilimine daha fazla söz hakkı vermezse koltuğun gideceğini bilecek kadar hissetme duygusu gelişmiş.
    – hakikaten “ustalık” dönemi.
    – fakat bu ekonomiyi düzeltmeye yeter mi?
    – “dünya lideri” bunun için güven verici bazı adımlar da atmak gerektiğini hissedecek kadar gelişmeleri hissetme yeteneğine sahip. onun için de avrupa ile daha iyi geçinmek, demokrasi konusunda insanları tekrardan kandırmak gibi zor işleri de başarmaya ihtiyacı var.
    – bir-iki okurun birkaç gün önce yazdığı gibi ahmet altan, selahattin demirtaş ve osman kavala serbest bırakılır mı bilemiyorum ama, ülkeye hukuku ve demokrasiyi getirdiğine insanları ikna etmeye çalışacağını tahmin ediyorum.
    – bu düşüncelerimi yazarken, “dünya lideri”nin hemen bir başka yönteme geçebileceği gerçeğini ve benim yukardaki yorumumun birgün sonra çöpe gidebileceğini de kayıt olarak düşmem gerekiyor.
    – çünkü, gelişmemiş ülkeler kahramanlara muhtaçlar ama iktidardan düşmeden tekrar kahraman olma ihtimali bana pek mümkün görünmüyor.
    – “dünya lideri” de bu gerçeği hissettiğinde tekrar başka çabalara girişebilir.

    • 18 yıllık akp iktidarı ve liderliğinden hiçbir şey öğrenememişsiniz hamza bey, en çok da şuna güldüm; demek “iktidardan düşmeden tekrar kahraman olma ihtimali bana pek mümkün görünmüyor.” diyorsunuz? Yav hakkaten marsta filan mı yaşıyorsunuz.

  8. Erdoğan yine numara çekiyor: Rusya gözetimöindeki Azerbaycan-Ermenistan anlaşmasında Türkiye, bir sözcük olarak bile geçmiyor. Anlaşma gereği Ermenistan’ın elinde kalan Karabağ toprağı üzerinde sadece ve sadece Rus barış gücü askerleri olacak. Karabağ sorunu ile ilgili gelecekteki müzakerelerde Türkiye AGİT/Minsk Grubu’nun yanısıra masada olmayacak.

    Yine Azerbaycan üzerinden iç siyasete propaganda pompalayan Erdoğan, “Türkiye, anlaşmanın uygulanmasını gözetmek ve denetlemek üzere bölgede kurulacak. . .” cümlesinde, kasıtlı olarak “bölgede” sözcüğünü kullanıyor. Bunun yerine “Karabağ” dese, sazanların uyanma riski doğacak.

    “Nasılsa sazanlar “bölge” sözcüğünün Karabağ olduğunu zannederler” diye düşünülmüş olmalı. 🙂

  9. “ABD’de iç-savaş, ABD’de askeri darbe?” ” ” Noel baba’ya inanıyor musunuz ?” gibi soru!

    • İnancı zayıf olmaya görsün bir insanın kamil bey, en basit gerçekleri bile soruya dönüştürebilirler yani…

    • Üç beş ay önce, sayın Koru, “Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan edecek, bunun ardından bütün İslam ülkeleri İsrail’i dost ülke olarak tanımak ve iyi ilişkiler geliştirmek üzere İsrail’in kapısında kuyruğa girecekler” diye yazmış olsa, yine sizin aklınıza Noel Baba gelirdi 🙂

  10. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Türkiye, anlaşmanın uygulanmasını gözetmek ve denetlemek üzere bölgede kurulacak ortak barış gücünde, Rusya ile birlikte yer alacaktır.”

    Karar Gazetesi haberi: Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov Dağlık Karabağ’daki durumla ilgili yaptığı açıklamada barış gücüne Türkiye’nin dahil edilmediğini söyledi: “Türk-Rus barış güçlerinden bahsedilmedi. Bu konu hiçbir zaman ele alınmadı.”

    Dimitri Peskov, Dağlık Karabağ’daki anlaşmayla ilgili soruları cevapladı. Peskov Türk-Rus barış gücünün hiçbir zaman gündeme gelmediğini söyledi.

    Türkiye’nin barış gücü kuvvetlerine dahil edilip edilmediği sorusuna cevap veren Peskov, “Hayır, Türk-Rus barış güçlerinden bahsedilmedi. Bu konu hiçbir zaman ele alınmadı. Türkiye ile iş birliğimiz Karabağ’da yer almayacak, Azerbaycan topraklarında yer alacak. Burada bir gözlem merkezi oluşturulması söz konusu” dedi.

    Ben bu iki açıklama arasındaki tutarlılığı hayli ilginç buldum. 🙂

  11. Popülizm, halk yağcılığı veya halk çıkarcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellediğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılıp halkın yararına kullanılması gerektiğini söyleyen siyasî bir felsefe veya söylem biçimi. Popülist söylem “sokaktaki adam”ın ekonomik ve sosyal çıkarlarını vurgulayarak, önyargılarını ve duygusal kırılmalarını kullanarak başarıya ulaşmayı amaçlar. Popülist söylem, belirli bir ideolojiye bağlı değildir. Nitekim, son yıllarda hem sol hem de sağ görüşlü liderlerin popülizme başvurduğu gözlemlenmiştir. Popülizmin karşıtı seçkinciliktir.

    Popülizm genelde rejim karşıtı siyaseti içerdiği gibi özellikle sağ eğilimlerde milliyetçilik, jingoizm*, ırkçılık veya köktendincilik ile birleşebilir. Popülistlerin çoğu ya ülkenin belli bir yöresine ya da toplumun belli bir sınıfına (emekçi sınıf, orta direk, veya köylüler/çiftçiler gibi) hitap eder. Kullandıkları söylem sıklıkla ikilik yaratma üzerinedir ve halkın çoğunluğunu temsil ettiklerini söylerler. (Vikipedi)

    * İngilizcede “Jingoizm” diye bir terim var. Savaş zamanında, aşırı milliyetçi duyguları sömüren, saldırgan, popülist söylemler için kullanılıyor. Kavram, 93 Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı sürerken İngiliz pub’larında söylenen bir şarkıya dayanıyor. Sözleri ise aşağı yukarı: “Gemilerimiz, adamlarımız ve paramız var/ Daha önce de Ayı’yla savaştık ve biz hakiki Britanyalı olduğumuz sürece/ Konstantinopolis’i alamayacak Ruslar” şeklinde. Şarkının nakaratında peygamberin adının uluorta kullanılmaması için İsa yerine Jingo denmesiyse jingoizm teriminin kökenini oluşturuyor. (Özgür Mumcu)

    Popülizm hakkında yazılmış birçok kitap ve makale var. Özellikle popülizm ile mücadele eden anti-popülist siyasetçilerin ne yapmaları gerektiği hakkında yazanların da kafası biraz karışık. Popülizm kavramını daha yakından tanımakta fayda var hatta şart gibi gözüküyor.

    • “anti-popülist siyasetçiler” dediğiniz şey nedir sayın fkt, biraz açar mısınız?

    • Hiç kusura bakmayın, bana, Hitler faşizminin iktidara yürüdüğü dönemde Alman sosyal demokratların ve yüzlerce aydının sergilemiş oldukları aymazlığı hatırlatıyorsunuz. Meseleye Vikipedi’deki ansiklopedik bilgi parçacıklarıyla yaklaşıp içinde bulunduğumuz *son derece kritik* tarihsel resme dair hiçbir şey söylemeden, Amerika’nın ve dünyanın bugününü “bir felsefe veya söylem biçimi”(!) olarak popülizm tanımlamaları ile geçiştirmek, “Bu söylem biçimini sağ siyasetçiler de sol siyasetçiler de kullanıyorlar” demeğe getirip meselenin iktidara gelmek isteyen siyasi partilerin söylemi düzeyinde elde almak, sadece aymazlık değil, sorumsuzluktur.

      En az Birinci Dünya Savaşı öncesi kadar kritik bir konjonktürün içinde olduğumuzun zerrece farkında değilsiniz. Sayın Koru’nun yazılarının salt başkanlık seçimi dolayısıyla ve onun etrafında kaleme alınmış yazılar sanıyorsunuz.

      “Popülizm hakkında yazılmış birçok kitap ve makale var.” diyorsunuz alay edercesine.

      Daha dün akşam Idefix başta gelmek üzere, üç büyük online kitap satış sitesini taradım. Türkçe’de konu başlığı ile ilgili sadece 9 kitap var. Bunlardan İletişim Yayınları’ndan çıkmış olan sadece bir “giriş” kitabı niteliğinde. Kafka Yayıncılık, konuyu anarşist kolektifler güzellemesine indirgemiş bir kitapla selamlamış görünüyor. Diğerleri, içini açıp bakmaya değmez kağıt israfları gibi.

      Son Amerikan başkanlık seçimini Türk lirasının dolar karşısındaki seyri üzerinden okuduğunu söyleyen, 1939-45 arası yaşanıp 48 milyon insanın hayatına mal olmuş, Japonya’nın iki kenti üzerine atom bombasının sallanmasıyla nihayete erdirilebilmiş İkinci Savaş’ın ve Avrupa faşizminin demokrasinin beşiği olarak güzelleme üzerine güzelleme döşenilen Avrupa ülkelerinde yaşanmış olduğu gerçeğini bile aklına getiremeyen bir zihinden, beklense beklense bu tür bir “popülizm bilgeliği” metni beklenebilir.

      Neye şaşırıp neye canım sıkılıyor ki!

      Amerikan başkanlık seçimlerini dolar kurunun seyri üzerinden izleyelim, popülizmi Vikipedi ve iki giriş kitabından öğrenelim!

      Şaka gibi. . .

      • Bernar hoca enseyi karartma yine de, hatta böylesi düzeyli tartışmalara imreniyorum da diyebilirim.
        “çanakkale köprüsüne, sivasa uzanan hızlı tren hattına, anadolunun dört bir yanına dikilen şehir hastanelerine, üretilen solunum cihazlarına, sihalarımıza, türkiyenin yerli arabasına kimse israf diyemez!” ifademe verilen karşılık:
        “Diyemez çünkü burda başlık israf değil rant olacak.
        200 defaya yakın değişen kamu ihale yasası ile yapılan mega projeleri gelecek nesiller sadece kullanıyor olmayacak, hayli zaman ödüyor da olacaklar.”
        Hiçbir şey yapmayalım, hatalar da olmaz, gelecek nesiller de hızlıtrene uçağa binmeyiversin, zaten bişey ödemelerine de gerek kalmaz…
        Yani kafa kalaylamaya gerek bernar hocaa!

        • Yanlış adres, sn. Gayret. Ben, söylediğiniz gibi, müneccim başı’yım, o işlere bakıyorum. Kafa kalaylaşma işlerine ise S. Turan + H. Akyol AŞ bakıyor 🙂

        • şehir hastanelerinde yatak başına düşen kapalı alan avrupa ya da abd de yapılan modern hastaneler için tercih edilen kapalı alan miktarından yaklaşık yüzde 40 daha fazla,
          yani,
          bir hastanenin gerek yapım gerekse de hizmet sunumu maliyetlerini yükseltmek için bulunabilecek en etkin yol tercih edilmiş.
          enteresan değil mi???
          bakanlığın açıklamasına göre şehir hastanelerinin 1 metrekaresinin 848 abd dolarına, 1 yatağının ise 243.3 abd dolarına mal olacakmış. üstelik bu hastaneler gittikçe yükselen dolara endeksli hizmet alım garantili özel işbirlikli anlaşmalar ile yapılıyor.
          10 şehir hastanesine sadece bu yıl 10.4 milyar lira kira ve hizmet bedeli ödenecek. sadece bu parayla devlet 10 hastane yapabilirdi.
          onlarca hastane parasına bir hastane…
          onlarca hızlı tren parasına bir tren…
          onlarca uçak parasına bir uçak…
          10 tl ver 1 euro al.
          para pul olsun,
          gelecek nesiller ödesin dursun…
          bu düzeye bir alkış, 10 olsun…

          • Didem hanım daha önce hiç hastane yaptırdığınız oldu mu ya da sağlıkocağı filan? Olmayan o paralarla kim yapacaktı o saydığınız yatırımları? Şehir hastaneleri yapılırken devletin cebinden kaç kuruş çıkmış onu da yazsaydınız keşke?

  12. Belki bir takım ‘sosyal-demokrat’ okur-yorumcular durumun ciddiyetine uyanırlar beklentisiyle, Eski Amerikan Çalışma Bakanı, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde Kamu Politikaları üzerine dersler veren Profesör Robert Bernard Reich’ın, aynı zamanda köşe yazarı da olduğu İngiliz “The Guardian” gazetesinde başkanlık seçimi öncesi kaleme aldığı yazının bir çevirisini yaptım:

    İç Savaş Söylenitlerinin Ortasında Bölünmüş bir Amerika (27 Eylül 2020)

    Önümüzdeki başkanlık seçiminde gerçekte neyin kavgası veriliyor olacak? Mücadele, belli bir konu etrafında değil. Hatta, bunun Cumhuriyetçilere karşı Demokratların mücadelesi olduğu da söylenemez. Esas mücadele konusu, Donald J. Trump’ın bizatihi kendisi.

    Trump’tan önce, siyaset, pek çok Amerikalı için tutkulu bir biçimde ilgili oldukları bir şey değildi. Fakat, Trump’ın davranış tarzı, herkesi onun etrafında kopan tartışmada tutkulu bir tavır almaya zorladı: ateşli Trump yandaşları, ya da ateşli Trump karşıtları olmak. Trump, kendisini bunlardan sadece birinci gruptakilerin başkanı olarak görüyor ve onlardan “Benim vatandaşlarım” olarak söz ediyor.

    Trump, başkanlık koltuğuna belli bir siyasal programı hayata geçirmek için değil, sınır tanımaz egosunu beselemek için oturdu. Kendi seçmen kitlesini hiçbir zaman heyecanlandırıp dolduruşa getirmedi. Trump’ı besleyip ayakta tutan şey, seçmenlerinin ona duydukları hayranlığın kendisi.

    Muhaliflerini harekete geçiren şey de Trump’a duydukları derin antipati. Başkan, genellikle, kendisini eleştirenleri kışkırtmaya çalışıyor. Bunların canını sıkmak için ölçü bilmez bir şekilde her yola başvuruyor. 2016 yılında, yanlış bir şey yapmadığından gayet emin, Bob Woodward’a, “İnsanları öfkeden deliye döndürüyorum” demişti.

    Trump, bu şekilde, bütün bir Amerika’yı, kendi benliğine duyduğu hastalıklı aşkı yansıtan dev bir aynaya dönüştürdü.

    Yeniden başkan seçilmek için yürüttüğü kampanya, kullandığı kişi zamirleri üzerine kurulu: “biz” ve “onlar”. Burada, “biz”, kendisini sevenler, yani Trump Ulusu. “Onlar” dedikleri de kendisinden nefret edenler.

    Ağustos ayı sonlarında, Bayaz Saray’ın bahçesinde yaptığı bıktırıcı uzunluktaki konuşmasında, Cumhuriyetçi Parti’nin kendisini tekrar aday göstermekle doğru bir iş yaptığını söyledikten sonra, doğaçlama bir şekilde şunu söylemiş, bol alkış almıştı: “Burada, Beyaz Saray’da olanlar bizleriz, onlar değil.”

    Son günlerde Beyaz Saray’daki bir basın toplantısında, kendisine Portland ve Oregon’daki taraftarlarının yapıp ettiklerini kınayıp kınamayacağını soran CNN muhabirine şu ithamda bulunarak karşılık vermişti: “Ortalığı karıltıranlar seninkiler, senin adamların, seninkiler orada genç bir beyefendiyi vurdular.”

    Trump’ın gözünde, CNN televizyon kanalı farklı bir ülkeye, ‘Trump Karşıtları Ulusu’na ait.
    ‘Biden Amerikası’nın kanun dışı ‘çapulcuları’ ve ‘yağmacıları’ da ‘diğer ulus’un vatandaşları. Trump’ın yerel vergi indirimlerinden yararlanmalarına izin vermediği, Demokratlara oy veren eyaletlerde yaşayanlar da. Kendi deyişiyle ‘Demokrat şehirler’ olan kentlerde yaşayan, Trump’ın gelirlerini kesmek için çabaladığı vatandaşlar da.

    Kaliforniya eyaleti, örneğin, ‘Trump Karşıtları Ulusu’nun önemli bir parçası. Trump, bu eyaletin orman yangınlarıyla baş edebilmek için talep ettiği maddi yardımı geri çevirmek için elinden geleni yaptı. Eski Ulusal Güvenlik Personel Dairesi Başkanı Miles Taylor, Trump’ın bu çabasını, “Kaliforniya’daki seçmenlerin kendisine destek vermemleri yüzünden çok kızgın olması” ile açıkladı.

    New York, Trump’ın gözünde ‘Trump Karşıtları Ulusu’nun başkenti. O’nun, geçen Mart ayında Covid-19 salgınının büyük ölçüde bu büyük kentle sınırlı görünmesine bakıp virüs meselesine aldırış etmemesinin muhtemel nedenlerinden birisi de buydu. Bugün bile, Trump, ‘Demokratlara oy veren eyaletler bir kenera bırakıldığında’, ABD’de Covid-19’a bağlı ölüm oranlarının düşük düzeyde seyrettiğini ileri sürüyor. Bu doğru değil. Fakat burada önemli olan bu söylediğinin doğru olup olmaması değil. Trump açısından, demokrat eyaletleri hesaba katmak gerekmiyor, çünkü onlar ‘Trump Karşıtları Ulusu’na aitler. Asıl üzerinde durulması gereken bu bakış.

    Trump’a ve ona güç bahşeden çekirdek yandaşlarına bakılırsa, ‘Trump Ulusu’nun yasaları kendisine ne isterse yapacağı yetkiler tanıyor. Buna karşılık, ‘Trump Karşıtları Ulusu’nun kendisine sınırlamalar getiren yasaları gayri-meşru, çünkü o kısıtlayıcı yasalar kendisine karşı olanların yaptığı ve dayattığı yasalar.

    Velhasılı, başkanlık seçiminde kendisine yardımcı olması için Ukrayna devlet başkanını devreye sokmasında ‘yanlış hiçbir şey yok’. Rusya’nın 2016 seçiminde kendisini desteklemesi, yaklaşan seçimde yine öyle yapması da yanlış bir şey değil. Hiç kuşkusuz, Adalet Bakanlığı, posta idaresi, Bulaşıcı Hastalıklar Kontrol ve Önleme daireleri de seçimi tekrar kazanabilmesi için ona yardımcı olmak durumundalar. Bütün bunlar, ‘Trump Ulusu’na yardımcı unsurlar.

    Trump, benzer bir mantıkla, ‘Trump Karşıtları Ulusu’nun tehlikeli olduğunu düşünüyor. Bu yüzden, Wisconsin eyaletinin Kenosha şehrinde iki protestocuyu silahla vurup öldüren 17 yaşındaki genci ‘öz-savunma’ gerekçesine sığınarak savunuyor; buna karşılık, Portland’da sağcı bir kişinin ölümünün şüphelisi olup federal askeri polisler tarafından vurularak öldürülen şüpheli için ‘İlahi adalet yerine geldi” diyor.

    Görünen o ki, eğer seçimi kaybederse, Trump seçim sonucunu kabul etmeyecek; çünkü, o sonuç, , ‘Trump Karşıtları Ulusu’nun ürettiği bir sonuç olacak, ve o zaten kendisine karşı oy kullananların başkanı değil. Son günlerde şunu iddia etti Trump: “Bu seçimi kaybetmemiz, ancak seçimde hile yapılması halinde mümkün.”

    Trump ve destekçilerinin çarpık zihninde, böyle bir şey iç savaşa yol açabilir. Daha bu hafta iktidarın barışcıl bir biçimde el değiştirmesi fikrini alenen reddetti Trump. Danışmanı Roger Stone, seçimi kaybetmesi durumunda derhal sıkıyönetim ilan etmesi çağrısında bulundu. Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Müsteşarı Michael Caputo, Trump koltuğu bırakmayı reddetmesiyle birlikte “silahların ateşlenmeye başlayacağı” tehditinde bulundu.

    Bir iç savaş bana olası görünmüyor; fakat, seçim gününü takip eden haftalar ve belki de ayların son derece endişe verici gelişmelere gebe olacağı kesin. Trump nihai olarak iktidarı bırakmak zorunda kalsa bile, çekirdek taraftarları onu liderleri olarak görmeyi sürdürecekler. Eğer iktidarı elinde tutmayı başarırsa, Amerikan halkının çoğunluğu değilse bile, pek çok Amerikalı Trump’ın yeni dönemdeki başkanlığını gayri-meşru sayacak.

    Dolayısıyla, yaşanacaklar her ne olursa olsun, Trump’ın megaloman egosu varlığını devam ettirecek. Amerika bu adam üzerinden bölünmeye devam edecek, ‘Trump Ulusu’ bunun karşısındaki ‘Trump Karşıtları Ulusu’ndan daha da uzaklaşmış olacak.

    • Bernar hocam sayın fkt özgür mumcudan alıntılarla bizleri aydınlatırken bakıyorum siz de geri kalmayıp karar gastesinden berkeleye uzanan bir çizgide sosyal demokratlık eğitimi filan veriyorsunuz maşallah!
      Abd seçimleri bitip kazanan açıklanalı nerdeyse bir hafta oluyor, siz de zil takmış oynuyordunuz ama hala
      “Eğer iktidarı elinde tutmayı başarırsa, Amerikan halkının çoğunluğu değilse bile, pek çok Amerikalı Trump’ın yeni dönemdeki başkanlığını gayri-meşru sayacak.”
      gibi cümleler kurabiliyorsunuz? Valla sizin işiniz de zor bilader, ne desek boş…

      • Özgür Mumcu’yu bilirim, iyi çocuktur. M.Ö. 4. yüzyıldan beri yazar kadrosu değişmeden kalmış görünen Cumhuriyet Gazetesi’nin yaşlı kabile reisleri ile kıyaslandığında, en az M.S. 16. ya da 17 yüzyıl köşe yazarları arasında sayılmalıdır. İnşallah sıra torununa (ya da torununun torununa) geldiğinde, çağdaşlığa bir kaç yüzyıl arayla yaklaşılmış olacaktır.

  13. Trump ve yandaşları, yoldaşlarının ne yapmaya çalıştıklarını çözmenin en basit yolu:
    – Ne söylüyorlarsa tam tersini yapacaklardır.
    – Yada yapmak istedikleri söylediklerinin tam tersidir.
    Buna göre, hedeflerinde Çin olduğunu söylüyorlarsa Çin için çalışıyorlar demektir.

    • Sayın yk “tramp çin için çalışıyordur” demeye getirmiş ama mim in sevdiği tabirle söyleyecek olursak “rasyonel akılla” pek bir ilgisi tabii; evet mitt romney başkan oldu, kendisini bidona adalet bakanı yaptı olmadı, baharat mı köri mi ne karın ağrısıysa bir de onu denedi, şimdi de bilmem ne estek köstek!

  14. Topuklar kıça vuruyor.
    Biden geldi Türkiye yi Suriyeden ,Doğu akdeniz den ,Libya dan çıkaracak.
    Halkbank davasını yeniden açacak ve yaptırım uygulayacak.
    Ederi 1$ olan vatansızlar efendileri Türkiye ye had bildirecek diye pek bir sevinçliler.
    Vatan kavramını yitirenler,Sahte dindarlık ve demokrattlık pek bir sırıtıyor.
    Bu ay da 30 yıldır alınamayan Karabağ alındı ancak sizi pek ırgalamıyor.
    Gündeminize de alsanız Rusya da kazançlı çıktıyı diye başlayarak sayfalar dolusu analize geçersiniz
    Bu ayki hasılat 30 yıldır alınamayan Karabağ.
    Bir dahaki ay mı bakacağız 100 yıldır yapılamayan ne kaldı diye.
    Siz Trump ın saçını,kızını,damadını,lkarısını inceleyin analiz döktürün.
    Yaw he he.

  15. Sayın Koru’nun bugünkü yazısının okurları, bu yazıyı, Karar Gazetesi’nin aşağıda özetini vereceğim haberiyle birlikte düşünsünler. Haber, Savunma Bakanı’nı sepetlediğini bir Twiter mesajıyla duyuran Trump’ın seçimden sonra giriştiği üst düzey yeni atamalarla ilgili. (Haberde adı geçen “Pentagon”un Amerikan Savunma Bakanlığı’nın yerine kullanılan kısa bir terim olduğunu akılda tutalım):

    (1) Trump, ABD Savunma Bakanı Mark Esper’i görevden almasının ardından kendisine yakın isimleri Pentagon’da önemli pozisyonlara getiriyor. Trump’ın, güvenlik bürokrasisinden kritik isimleri görevden alacağı ileri sürüldü. İddiaya göre, Trump’ın yeni hamlesi, CIA ve FBI direktörlerini de görevden almak olacak.

    (2) Trump, Pentagon’da kritik pozisyonlara kendiyle yakın çalışan isimleri atıyor. Trump’ın Savunma Bakanı’nı septelemesinin ardından görevinden kendi isteği ile istifa eden Savunma Bakanlığı Güvenlik Politikalarından Sorumlu Müsteşar Vekili James Anderson’ın yerine, vekaleten, emekli Tuğgeneral Anthony Tata’yı getirdi. Tata, Trump’ın daha önce Savunma Bakanlığı Güvenlik Politikaları Müsteşarlığı için aday göstermiş olduğu, “İslam karşıtı paylaşımları” ve “eski Başkan Barack Obama’yı terörist olarak nitelemesinden” dolayı Senato tarafından adaylığı onaylanmayan kişi. Trump, Tata’yı bu göreve “vekaleten” atadığı için, görev onayı için Senato’dan onay alma zorunluluğu olmayacak.

    (3) Savunma Bakanlığı Güvenlik ve İstihbarat Müsteşarı Joseph Kernan ile Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Jen Stewart’ın da istifa ettiği belirtildi. Trump Kernan’ın yerine Özel Operasyonlar ve Düşük Yoğunluklu Çatışma Müsteşar Vekili Ezra Cohen-Watnick’i, Stewart’ın yerine ise Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi görevlilerinden Kash Patel’i getirdi.

    Devlet bürokrasisinde üst düzey atama furyası sadece ABD’de Trump eliyle yürütülmüyor.

    Erdoğan da bir atama furyası başlattı.

    Dün, Berat Albayrak’ın istifasının Amerika’daki yeni Biden yönetimine hazırlık bağlamında tasarlanarak atılmış bir adım değil, iktidar koalsiyonu içindeki güç mücadelesinin bir ürünü olduğu fikrinde ısrarcı olmuştum. B. Albayrak’ın düşürülmesinin, bir Erdoğan iktidarı değil gerçekte bir iktidar kolasiyonu olan siyasal iktidar içindeki AK Parti ağırlığının aldığı stratejik bir yenilgi, MHP-Soylu kliğinin gücünü artıran bir gelişme olduğunu ileri sürmüştüm.

    Erdoğan’ın başlatmış olduğu yeni üst düzey bürokratik atamalar furyasına bu açıdan bakmakta yarar olduğu kanısındayım.

  16. Reisçiliğin (ki dünyada yükselen sağ-popülizmin Türkiye versiyonudur) şampiyonluğunu yapmaya soyunmuş bando ekibinin davulcu ve zurnacı üyelerinin çakma didarlık ve Erdoğan sempatizanlığı pozlarında su katılmamış birer din ve dindar düşmanı, içe-kapanmacı seküler faşistler, sahte bir Amerikan karşıtlığının şarlatanları olduklarına işaret etmeniz hem çok isabetli, hem de çok önemli, sayın Sebilürreşad. Bunlar, Fransa’daki İslam düşmanı, neo-faşist, ırkçı Marie Le Pen adlı kadının yoldaşları, onun “Ulusal Cephe” adlı partisinin gönüllü (ve paralı) askerleri.

    Bunların maskesini düşürmek için yazmak, gerekiyorsa uyku saatlerimizden feragat ederek her gün yazmak, bir insanlıkseverlik sorumluluğu ve o sorumluluğun gerektirdiği bir görevdir.

  17. “ABD’deki başkanlık seçimi beni ilgilendirmiyor” diyen sayın Mim ile, “Herkes sakince oturduğu yerde otursun, ABD güçlü devlet kurumları ile demokrasinin beşiği ülkelerden biridir, abesle iştigal anlamına gelecek iddia ve spekülasyonları ciddiye almanın alemi yok” demeğe getirerek noktayı koyan ve şimdi dağılabileceğimizi söyleyen sayın F.K.T. dünyadan bihaber yaşıyorlar.

    Bu arkadaşlara ve herkese, sayın Koru’nun 8 Kasım tarihli yazısı ile bugünkü yazısını tekrar okumalarını, bunu yaparken, her ikisi de marjinal partiler iken başdöndürücü bir hızla kendi ülkelerinde iktidarı ele geçiren Bolşevik Parti ile Hitler’in faşist Alman Nasyonal Sosyalist Partisi’nin yükselişine ilişkin olarak benim çok kabaca özetini vermiş olduğum bilgileri akılda tutmalarını öneririm.

    Amerikan sağ popülizmi ile Avrupa’daki sağ-popülizmin ne olup neyi ima ettiğini anlayıp kavramadan (ve dehşete düşmeden) Türkiye sağ-popülizmini kavramanız, bunun ne dehşet potansiyeller içerdiğini anlamanız olanaklı değil.

    Bizdeki Trumpçı kara cahillere önereceğim bir şey yok.

  18. Modern dönem dünya siyasal tarihi, toplumların olağanüstü bunalımlara sürüklendikleri dönemlerde, daha önce marjinal kalmış siyasal grup ya da hareketlerin hayli kısa bir zaman dilimi içinde hızla kitleselleştiklerini, içinde geliştikleri ülkelerin yakın geleceğine damga vurduklarını gösteriyor. Bunun en çarpıcı örnekleri, kuşkusuz Rus Devrimi ile Alman faşizminin iktidarı almasıyla sonuçlanan süreçler.

    Tony Cliff’in üst başlığı “Rus Devrimi” olan, her biri bir tuğla kalınlığındaki dört ciltlik eserini Türkçe’ye çevirdiğim için de biliyorum: Rus Sosyal Demokrat Partisi’nde küçük bir hizip olan Lenin liderliğindeki Bolşeviklerin 1903 yılındaki 2. parti kongresinde partinin ana gövdesine karşı açıkça tavır almalarından sonra partinin geleneksel grubu Menşeviklerle eşit bir güce erişecekleri süreç bir kaç yılla sınırlı olağanüstü hızlı bir süreçtir. 1912 yılında Rus Sosyal Demokrat Partisi’nden koparak ayrı bir parti olarak örgütlenmesini sürdüren Bolşevikler, sadece 5 yıl sonra iktidarı ele geçirme gücüne ulaşacakları, tarihe Ekim 1917 Rus Devrimi olarak geçecek 1917 yılının Şubat ayında 26.000 kadar parti üyesine sahiplerken, aynı yılın Eylül ayına gelindiğinde, partinin üye sayısı 215.000 olacaktır.

    Benzer dramatik süreçler, Hitler faşizminin iktidara yükseliş sürecinde de gözlenir. Hem Hitler’in partisi, hem de Alman Komünist Partisi, dönemin olağandışı koşullarında, aylarla ölçülen zaman dilimleri içinde, parti saflarına yüzbinlerce yeni üye kazanmışlardır.

    Yukarıdaki bu tarihsel hatırlatmalarla sayın Koru’nun bugünkü yazısı arasında bir ilinti var mı?

    Çok fazlasıyla var.

    İlkin, bir kaç kısa tespit:

    (1) Amerikan toplumu, tıpkı bizdeki gibi, olağanüstü bir toplumsal yarılmanın (kutuplaşma) tam göbeğinde. Bu durum, son başkanlık seçimlerine katılım oranına da yansıyor: Washington Post, bir kaç gün önce, okurlarına, 2020 başkanlık seçimine katılma oranının (%67), son yüzyıl içindeki en yüksek oran olduğunu duyuruyordu. Bu rekora en yakın başkanlık seçimi tarihi 1908 (%65 katılım oranı).

    (2) İngiliz Guardian gazetesi, bugün, seçimden sonra POLITICO/Morning Consult araştırma grubunun yaptığı kamuoyu araştırmasının sonuçlarını yayımladı. Buna göre, Trump’ın partisi Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin yüzde 70’i, bir hafta önce geride bıkraktığımız başkanlık seçiminin “eşit ve adil” koşullarda yapılmadığına inanıyor. Buna karşılık, Demokrat seçmenlerin yüzde 90’ı seçimin pekala eşit ve adil koşullarda yapıldığını düşünüyor.

    Seçimin “eşit ve adil” koşullarda yapılmadığına inanan yüzde 70’lik Cumhuriyetçi Parti seçmen grubunun yüzde 78’i, zarf olarak posta ile gönderilen oyların oy sayımında usulsüzlüklere yol açtığını düşünürken, bunların yüzde72’si bu uslsüzlüğün seçmen pusulası üzerinde yasadışı oynamalar yapıldığı kanaatinde. Yani, Trump destekçilerinin ezici çopunluğu seçim sonucunun meşruluğuna inanmıyor.

    Şimdi, sayın Koru’nun altını çizdiği, pek çok okura “Yok canım, ne iç savaşı, ne darbesi, o kadar da değil -ABD’den söz ediyoruz” tepkisine yol açabilecek spekülatif yorumlara gelelim.
    Gerçekten iş o raddeye varır mı?

    Yoksa, “iç savaş” ya da “darbe” gibi çok dramatik gelişmelerin olabilirliğinden söz etmek bir tür gerçeklikten kopuş halini mi ima ediyor?

    Bu uzun metnin yukarıdaki ilk paragraflarında işaret ettiğim tarihsel örneklerin hepsi, çok derin iki alt üst oluş koşullarında yaşandı: Yıkım gibi yaşanan bir ekonomik buhran ile savaş koşulları.

    (1) Evet, pandeminin yol açtığı bir ekonomik sorun var ABD’de (ve Avrupa ülkelerinde). Ama bunun kalıcı ve önlenemez bir ekonomik buhrana doğru yol aldığını ileri sürmek büyük bir abartı olur. (2) Savaş? Hayır, ne ABD ne de Avrupa bir savaşın içinde değil.

    Esaslı saydığım bu iki faktöre, tali önemdeki bir üçüncüsünü eklemek de mümkün: Trump seçmenlerinin yüzde 70’inin başkanlık seçiminin meşuruluğuna inanmıyor olması, kuşkusuz ciddi bir durum. Ne var ki, bu durum, Trump’a oy vermiş 70 milyonun üzerindeki Cumhuriyetçi seçmenin bir iç savaşa hazır olduğu, hasım gördüğü Demokrat Partili seçmenlerin boğazına çökecek düzeyde bir militanlık içinde olduğu anlamına gelmiyor.

    Yanısıra, iki tam günde saatler ve saatler harcadım, sayın Koru’nun 8 Kasım günü yazdığı “Amerikalılar farkında değiller, fakat ‘Üçüncü dünya ülkesi’ olmalarına ramak kalmıştı” başlıklı yazısında öne çıkarmış olduğu “QAnon” hareketinin (sayın Koru bundan bir “örgüt” olarak söz ediyor nedense) ne olup olmadığına ilişkin olabildiğince bilgilendim.

    Sayın Koru’nun “QAnon” üzerine yazdıkarının açık bir abartı olduğu kanısına vardım. Örneğin, sayın Koru, “Trump kampanyası sırasında en coşkulu olan kitle üzerlerinde ve ellerinde ‘QAnon’ adlı örgütün işareti olan ‘Q’ sembolünü taşıyorlardı.” dedikten sonra, şunu da söylüyor: “Trump’a oy verenlerin önemli bir bölümü, onun rakibinin çocuk kanıyla beslenen bir kabal üyesi olduğu, ‘derin devlet’ tarafından desteklendiği, kazanırsa ülkeye komünizmi getireceği düşüncesiyle sandık başına koştular…”

    Benim eriştiğim bilgiler, sayın Koru’nun söylediklerinin açık bir abartı olduğuna işaret ediyor. Son on yılını ABD’deki komplo teorilerine, bunların sıradan Amerikalılardaki karşılığına /yansımalarına ayırdığını söyleyen, “Amerikan Komplo Teorileri” başlıklı kitabı 2014 yılında Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından basılmış Miami Üniversitesi’nden siyaset bilimci Joseph Uscinski, 2020 başkanlık seçimi sonrasındaki bir Al Jazerra English programında, ‘QAnon’ denilen hareketin Cumhuriyetçi Parti seçmenleri arasındaki bilinirliğinin 2016 yılı seçim döneminde yüzde 3 düzeyinde olduğunu, aradan geçen 4 yıllık dönemde bu oranda bir değişim gözlenmediğini söylüyor. New York Times gazetesindeki bir yorum-haberde de, oran, aynı şekilde yüzde 3 dolayında veriliyor.

    ‘QAnon’ ciddiye alnıması gereken bir oluşum. Bununla ilgili kitapların Amazon kitap satışlarında ilk 75 içine girmiş olması da anlamlı. Trump destekçileri arasında kendisine yer bulmuşluğu da tartışmasız. Ancak, bütün bunlara bakıp “Trump’a oy verenlerin önemli bir bölümü, onun rakibinin çocuk kanıyla beslenen bir kabal üyesi olduğu, ‘derin devlet’ tarafından desteklendiği, kazanırsa ülkeye komünizmi getireceği düşüncesiyle sandık başına koştular…” tespiti için ortada bir dayanak yok. Tek tek Trump destekçileri, aslında şemsiye bir terim olup bir çok komplo teorisi iddiasını kapsayan iddialardan bir ya da bir kaçına inanabilir.

    Örneğin, hemen her uzman, Florida’daki Kübalı-Amerikalı ve Venezüellalı-Amerikalı Latin seçmenlerinin Arizona ve Teksas’taki Latin seçmenlerin aksine Trump’a destek vermiş olmalarında “komünizm” korkusunun hayli belirleyici olduğunu söylüyorlar. Bu durum, “komünizm geleceği korkusu” ile Trump’a oy vermiş olan Floridalı Latin seçmenlerin, Biden’ın çocuk kanıyla beslenen bir kabal üyesi olduğu fikrini de doğruladıkları anlamına gelmiyor.

    Hitler bir manyaktı. Modern dünya tarihine damgasını vurdu.

    Trump da bir manyak, ve şimdiden modern dünya tarihine damgasını vurdu.

    Fakat, Trump’ın manyaklığının Hitler gibi dramatik sonuçları şimdilerde yaratabileceğini ileri sürmek açık bir abartı olur.

    Hitler, partisini 1920 yılında kurmuştu. Alman Cumhurbaşkanı P. Hindenburg tarafından Alman başbakanı olarak atandığı 1933 yılı başına kadar aradan 12 yıl geçmesi gerekecekti. Bu, hiç de küçümsenemeyecek kadar kısa bir süre. Fakat, sürecin Birinci Dünya Savaşı sonrası koşullarında yaşanmış olduğunu, Hitler’in popülaristesini 1917 Rus Devrimi’nde cisimleşmiş komünizm hayaletinin Almanya’yı önüne katıp sürüklediği yıllarda komünizm ile mücadele üzerine kurmuş olduğunu akılda tutmak gerekir.

    Trump ve Trumpçılık, pekala akla Hitler’i getirecek kadar ciddi ve ciddiye alınması gereken siyasal olgular. Daha da güç kazanması, daha da militanlaşması, iç-savaş gibi dramatik sonuçlar yaratması pekala mümkün. Pandemi belasının önü alınamaz ise, bu durum kalıcı ve sarsıcı bir ekonomik buhrana yol açarsa, fazlasıyla mümkün.

    Ancak, bunun hemen şimdi günümüz koşullarında yaşanması bana mümkün görünümüyor.

  19. Açıkcası turp faydalı bir sebzedir biraz gaz yapması dışında, fakat Trump serapa kötülük yani evil iken neyi sevilir anlamış değilim. Trumpsevici gayretli trol kopilleri ortalıkta dolaşıp başkalarını güneyde ki has komşuyu seviyorsunuz öyleyse oraya gidin o zaman şeklinde, tahrik ve tahkir etme girişimleri bile aslında cambaza bak yapıp asli gayelerini saklamak için döndürdükleri kara halk tipi trol şaşırtmacalarından başka bir şey olmasa gerektir. Trump siyonizmin beklediği Theodor Herzl benzeri bir 21 yy lideri iken ona itiraz edip eleştirenleri büyük oyunu anlamayıp davaya (ki bu davanın neyin davası olduğunu bilen varsa beri gelsin) ihanet eden amerikancı zavallılar mesabesine indirgeme çabaları en amiyane tabirle ahmaklıktır. Belli ki bazı mahviller dünya üzerinde kilit rol oynayabilecek ülkelerde marjinal liderler aracılığı ile aklı selimin susturulup büyük çalkantılara zorlanmaya yol açmak yönünde en uygun mecranın milliyetçilik ve popülizm olduğunu fark ederek bu bataklığa sürekli müzehrefat ve balçık taşımaktadır. Halbuki dünya, iki büyük cihan harbi ile faşizm ve üvey kardeşi marjinal milliyetçilik akımlarının, cahil halk kitlelerine oynayan şöven popülizm ve dini hamasetin yıkımını görmüş olmasına rağmen biz bu filmi seyretmiştik dercesine tekrar benzer bir oyuna gelinmesi yönünde ki çabaları faş eden sayın yazar gibi fikri itirazlara bile tahammülsüz olan iç minnaklara sadece damat gibi diyoruz ki:
    ” Allah bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın” yani ayrıldığım yol müstakim sırat değildi şimdi ayıktım. Ve can alıcı detay ”Sonumuzu hayreylesin.” Yani zımni tövbe, istiğfar ile evet bazı hatalara sebep oldum ancak insanlar akıbetleri ile değerlendirilir.
    O, belki de intibah etti! ya Siz?

Yoruma kapalı.