“Ben demiştim” türü böbürlenmeleri sevmem ama… Ve Haskoloğlu’nun duyurduğu korsanlık olayı…

26
Reklam

Yazı hayatımda en fazla kaçındığım işlerin başında yazdıklarımla böbürlenmek gelir. Günlük yazıdır, o gün pek çok konu arasından birini seçmiş, o konu hakkında bildiklerini ve üzerinde düşündüklerini okurla paylaşmışsındır. Yaptığın ilgilisine basit bir mesajdan ibarettir; alan alır, alınmayan sana kalır.

Bu yüzden “Ben yazmıştım” notu düşmeyi ya da ekranlarda “Ben demiştim” demeyi sevmem.

Kuralımı bugün hiç değilse bir parça bozacağım.

Cemal Kaşıkçı konusunda yaşanan son gelişme beni rahatsız etti. Bir meslektaşım Kaşıkçı, ülkesinin rejimi muhalif düşünceleri sebebiyle kendisini ‘düşman’ görmeye başlamış, o da ekmeğini kazanmanın yolunu gurbete gitmekte bulmuş…

Gazeteci başka ne yapabilir ki, o da gittiği ülkede de yazmaya ve görüşlerini bu defa bütün dünyayla paylaşmaya başlamış.

Öldürülmeseydi herhalde şimdilerde yazmaya devam edecekti.

Yazmasın, yazamasın diye vahşi bir biçimde hayatına kast edildi Cemal Kaşıkçı’nın. Bir belgeyi alabilmesi için ülkesinin diplomatları tarafından İstanbul’a çekildi, başkonsoloslukta kendisini öldürmek üzere gönderilmiş kalabalık bir tim tarafından infaz edildi.

Cesedi bile yok. Başkonsoloslukta parçalara ayrılmış ve infaz timinin yanında getirdiği bavullara doldurularak bilinmeyen bir yere gömülmüş de olabilir, kimyasal madde kullanılarak yok edilmiş de…

Reklam

Vahşet ona yapılan…

Türkiye kendi topraklarında meydana gelen bu olayı egemenliğine tecavüz olarak gördü ve dava konusu yaptı. Kaşıkçı’nın kendi ülkesi de Türkiye’nin konuyu ciddiyetle gündemde tutması yüzünden kendi yargılamasını başlatmak zorunda kaldı ve cezaları birkaç kişiyle sınırlı tutan bir karara vardı. Dört kişi hakkında verilen idam cezası daha sonra hafifletildi.

Bütün bunların beni müthiş rahatsız ettiğini söylememe gerek yoktur sanırım.

Rahatsız olduğum için de, ülkemizdeki yargı sürecini takdirle izledim.

Geçen haftaya kadar.

O hafta, davayı gören mahkemenin savcısı süreci durdurma ve dosyayı Suudi Arabistan’a gönderme yönünde bir talepte bulundu, talebi adalet bakanlığı tarafından onaylandı ve sürecin sahibi olan mahkeme de yargılamayı durdurma ve dosyayı gönderme yönünde karar aldı.

Adalet bakanı, maddesini de vererek, işlemin yasaya uygun olduğunu savundu.

Süreci başından itibaren talimatları ve kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarıyla yönlendiren, suçluların mutlaka cezalandırılması gerektiğini en açık ifadelerle savunan ve bir gazetecinin uğradığı vahşice işlenmiş cinayete en samimi duygularla tepki veren siyasilerden hiç ses çıkmadı.

Reklam

Onlar namına birileri bunun uzunca bir süredir aranın açık olduğu Suudi Arabistan’la yakınlaşma amaçlı bir diplomatik girişim olduğu gerekçesini ileri sürüyor.

Doğru olma ihtimali yüksek bir gerekçe bu.

Nitekim, Suud yönetimi gizlice uygulattığı Türk ürünlerine ambargoyu kaldırmaya karar vermiş

Petrol zengini ülkeden daha başka lütufların gelmesini bekleyenler de var.

Gelebilir de.

Yargının dosyayı Suudi Arabistan’a gönderme kararı benden başka kimseyi şaşırtmamış görünüyor. Konunun konuşulup tartışıldığı bir TV programında, ben, sunucunun sorusunu “Hayır, şaşırmadım” diye karşılayan diğer konuşmacıların hilafına, gelişmeye çok şaşırdığımı söyledim.

Diğer katılımcılar bana güldüler.

Herhalde nahifliğime…

Şaşırmamın sebebini önceki gün burada uzun uzadıya açıkladım. 

Yargı mensuplarının girişime karşı çıkmalarını beklerdim; şaşırmam ondan.

Karara itiraz edilmiş, mahkeme itirazı da reddetmiş…

Bu da benim için ayrı bir üzüntü kaynağı oldu.

“Haklıymışım” diye övünecek değilim ama son mahkemenin reisinin itirazla ilgili karara karşı oy kullandığını öğrenmem yargı hakkında beslediğim olumlu hisleri pekiştiren bir yeni durum.

Mahkeme reisi, karşı oy yazısında “Davanın devri, sanıklar açısından ‘kendi davalarının yargıcı olmak’ sonucunu doğuracaktır” dedikten sonra bakın hangi noktalara daha vurgu yapmış:

“Anayasamızın 138. maddesi, ‘Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanun ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler’ hükmünü içermektedir. Anayasa ve kanundan maksat; yürürlükteki mevzuat, hukuktan gaye; evrensel ilkeler, vicdandan kasıt ise; adalet, eşitlik, dürüstlük gibi değer yargılarıdır. 

“İddianamede Cemal Kaşıkçı’nın muhalif tavrı nedeniyle Suud yetkililer tarafından ölümle tehdit edildiği, kendisine zarar veremeyecekleri inancıyla Türkiye’de bulunduğu, bunu yakın çevresine söylediği zikredilmektedir. Cemal Kaşıkçı’nın ülkemizde bulunduğu sürece canı, malı ve ırzı; halkımızın, dolayısıyla devletimizin tekeffülü altındadır. 

“Suud yetkililerinin ülkemizde Cemal Kaşıkçı’ya karşı gerçekleştirdikleri pervasız ve hunharca cinayet, ülkemizin ‘ehil belde’ vasfına, devletimizin onur ve saygınlığına büyük saldırıdır. Bu eylem nedeniyle kamu düzeni ciddi bir şekilde zarar görmüştür. Eylemi gerçekleştiren faillerin bulunup yargılanması, eylemleriyle mütenasip müeyyide uygulanması suretiyle sarsılan kamu düzeninin tamiri elzemdir.

“Ne yapalım Suud yönetimi yargılamak için sanıkları vermiyor’ acziyeti içinde davanın devri ve sanıklar hakkında kırmızı bültenin kaldırılması; toplumun adalet, eşitlik, dürüstlük gibi değer yargılarıyla bağdaşmadığı kanaatindeyim.” 

Ben de aynı kanaatteyim.

Yargının her düzeyinde kurumun mehabetine toz kondurmama kararlılığında yargıçlar bulunduğunun örneklerinden sadece biri bu olay. Daha da artacağına eminim.

KOrsan faaliyette.. Foto: The Daily Telegraph gazetesi..

Bilgisayar korsanlığı ciddi bir sorundur

İbrahim Haskoloğlu adlı genç bir gazetecinin, devletin en gizli bilgilerinin bilgisayar korsanları tarafından çalındığına dair kendisine ulaşan bir bilgiyi, önce yetkili kurumlara ilettiği, oralardan beklediği tepkiyi alamayınca, doğru olduğunu kanıtlamak amacıyla iddiasını Twitter üzerinden duyurduğu gazetelere haber oldu.

Fotoğraflarını paylaştığı kimliklerden özel bilgileri de kapattığı halde, sosyal medya hesabından paylaştığı mesaj, genç gazetecinin gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına yol açmış…

İçişleri bakanlığı e-devlet sitesinin bilgisayar korsanlarının saldırısına uğradığı ve bilgilerin çalındığı iddiasının doğru olmadığında ısrarlı. Herhalde bu yüzden gencin üzerine gidiliyor. Ancak, o iddiaya benzer iddialar korsanlara karşı en titiz mücadeleyi yürüten başka ülkelerde de gündemde ve onlar iddiayı duyuranın değil, muhtemel korsanların üzerine gidiyorlar.

Doğrusu devlete emanet ettiğim özel bilgilerimin onları kötüye kullanabilecek birilerinin eline geçmesini istemem. 

ABD’de Aviram Azadi adında biri ‘siber-suçlu’ sıfatıyla bilgisayar korsanlığı sebebiyle yargılanıyor. Adam kişisel ve kurumsal bilgiler peşine düşmüş ve korsanlıkla edindiği verileri hedef aldığı şirketler ve kişilere şantaj yapmakta kullanmaktaymış. Hedefleri arasında büyük finansal fonlar yanında gazeteciler ve iklim aktivistleri de varmış.  

Konuyu haberleştiren İngiliz gazetesi –Daily TelegraphAzari’nin tekil bir olay olmadığını, ona benzer pek çok korsanın ABD’de ve ABD dışında faaliyet gösterdiğini yazıyor.

Haskoloğlu’nun duyurduğu olayın böyle sınırları aşan bir boyutu da bulunuyor olabilir.

Konuyu duyuran yerine muhtemel korsanların ardına düşülmeli.

[Uluslararası gazetecilik dernekleri Haskoloğlu’nun tutuklanmasını Türkiye’yi kötü durumda gösterme amaçlı işliyorlar. Okurken buna da üzülüyorum.]

ΩΩΩΩ 

Reklam

26 YORUMLAR

  1. Sayın hb, otoriteye saygılı olunsun!
    Ülkemize yapılacak yatırımların öncelik sırasına halkın seçtiği hükümet karar verir, ömründe 4 kaz gütmemiş allameler değil!
    Yapılan işlere, mega projele karşı çıkmak muhalefet de değildir budalalıktır!
    Adam olan çıksın ben 10 katını yaparım hem de yarı zamanda yarı fiyatına desin, meydan okusun ona oy verin!
    Ben duymadım, siz hangi partiden duydunuz ki böyle bir meydan okumayı?
    Liyakatmiş…

    • Sn H. Gayret karar verenlerin otorite olmaları yetiyorsa el pence durmağa devam. İşte buyrun K. Kore! Bir ülke için, yanlış kararlar verenlerin otorite olmalarından daha felaket bir şey olabilir mi? Öncelik, halkın temel ihtiyaçlarına saygılı olmalı. Vaadle bunun için oy aldılar. Ama sonra israfa, borca daldılar. Gelinen nokta malum! Haberimiz yok ta iyi mi durum?

  2. ÖNCE İŞ VE AŞ, SONRA EŞ!!

    Her zaman yazmışımdır, partizan marka at gözlükleriyle ha Gayret, yanlışı ezberine savunmakla bir yere varılmaz (para makinasına bağlanmışlar gibi ki bu da israfın daniskası bir şeydir-haramdır. Bu hale düşmemek vardı!). Bir sefer daha yazayım; sade vatandaşın ihtiyacına hitabetme konusunda önceliği omayan her büyük proje lüzumsuzdur; israfa girer ve israf haramdır. önce iş ve aş, sonra eş. Genel olarak, eşleri varken ikinci üçüncü köprü yapılmaz. Havaalanı varken havalanı yapılmaz (hiç yapılmaz değil zamanı gelince, milletin acil öncelikleri varken daha sonra yapılır). Daha lüzumlu işler arasında fabrika yapılır. Böylelikle üretim artarken işsizlik azalır.

    “Eh daha önce fabrikalar da yaptık, ama çalıştıramadık, hepsini sattık. Sen ne fabrikasından dem vuruyorsun” mu diyorsun? Ha işte önce o kültürü çarmıha gereceksin, yok edeceksin. Liyakat sahibi kişileri işe alırsan, siyasi torpil olayının kökünü kurutursan, kim olursa olsun üretime katkıda bulunmayan elemenları işten atar, sorumluluğu liyakat sahibi insanına yüklersen o sömürü kültürü yok olur (evet bu liyakat sahibi olmayanların, milleti sömürüsünden başka birşey değildir). Liyakat sahibi insanlarınla örnek bir fabrika kur, tıkır tıkır çalışır ve gerisi gelir. Para parayı alın teriyle, yetim hakkı adına üretmeğe başlar. Bu da milli sorunların azalması, üretkenlikle zenginliğin artması demektir.

    Bizimkilerin sözümona kafa tutmağa çalıştığı “Batı”, zenginliğinin en önemli kısmını bu tür üretim kültürüne borçludur. Sen üretmedin güçsüz kaldın. Onlar üretti güçlendi. Dünyada onların borusu öter, senin sesin cılız kalmağa mahkum. Anlaşıldı mı?

  3. Sayın yazarın “Ben de aynı kanaatteyim.” dediği mahkeme reisi mesleğinin gereklerine uymayan oldukça cahilane bir yorumda bulunmuş, bulunduğu makam yorumculuk değil karar makamıdır.
    Bunları kim hakim yapıyor sayın yk?

  4. Arkadaş devletler arası ilişkiler menfaat e bağlıdır..!bu gün iyi olursun..yarın kötü…bu devletler ve hükümetler arası siyasi ve ekonomik çıkarlara göre değişir.! Esad ve sisi ile küs durmanın siyonizmin ekmeğine yağ sürmek olduğu geçe olsa anlaşıldı..!

  5. Sn Koru’nun anlattığı olay madalyonun bir yüzü. Madalyon ise iki yüzlü değil, çok yüzlüdür. İşin içyüzü bir yüzde değil hangi yüzde olursa olsun, “MBS” tarihe “Murderer bin Salman” olarak geçmiştir. Olay dünyanın gözü önünde evrensel adalete göz yumulmakla ahirete de öylece havale edilmiştir, bedeli adalete önem verenlerin gözleri önünde cehennemin alt katmanlları olacaktır Sözümona “Para”yla veya da bir “Devletin İradesi”yle bundan kaçış yoktur! Madolyonun nihai analizdeki bir başka yüzünde Kaşıkçı, mevcudiyete şehit olarak intikal etmiştir.

    Madalyonun bir başka yüzünde bizimkilerin davayı bu şekilde Suudilere devretmesi çaresizlik içersinde siyaseten doğrudur. Ancak, Kaşıkçı olayı dünyanın başta ab(d) ve israil türü günümüzde aciz olmayan materyalist kodomanlarının evrensel adalete verdikleri önemin göstergesi olarak çok daha büyük bir yüz karasıdır.

  6. Türkiye’de hakimlik görevini yapan mahmeke reisinin önünde saygıyla eğilmemiz lazım. Mahkemelerin adil olduğu ülkelerde gayet olağan olan böyle davranıṣların bizde anlamı büyük.

    Konu sanıyorum biraz daha derin…

    Kutlu Adalı davası ne oldu? Katiller hapiste mi yoksa hala aramızda dolaṣıyorlar mı?

    Kutlu Adalı gibi cinayete kurban giden bütün gazetecilerimizde ҫıkıṣ noktası genellikle „Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır“ anlayıṣıydı. En azından tetikҫiler böyle ikna ediliyordu sanırım.

    Kaṣıkҫı davasındaki anlayıṣ ise ṣöyle „vatanın paraya ihtiyacı varsa gerisi teferruattır“.

    Biz kılıf uydurmakta ustayızdır.

    • Almancı arkadaş faili meçhul gazeteci bilmem ne cinayetleri eski türkiyede kaldı uyan artık, hrantın katilleri de hepsi içerde…
      Kaşıkçı türkiyede mi gazetecilik yapıyordu, biraz daha açar mısın?

      • Erdoğancı arkadaṣ, konuyu biraz aҫmamı istemiṣsiniz…

        Gazeteci cinayetlerinin faillerinin „yeni“ Türkiye‘de aramızda dolaṣtığını benden iyi bilirsiniz.

        En somut örneği Kutlu Adalı’nın katilleri.

        Kaṣıkҫı Türkiye’de katledildi. “Suudi üst yönetimine; Kaşıkçı’nın cesedi nerededir? Bunu bir defa sizin 20 kişilik ekibiniz biliyor. Burada hiç sağa sola kıvırmayın. Yerel işbirlikçi ile çalıştık diyorsanız, açıklayacaksınız. Bunu da biliyorsunuz. Bilmiyoruz demeleri inandırıcı değil” diyen Erdoğan‘ın ṣimdi dava dosyasını Kaṣıkҫının katillerine neden gönderdiğini siz benden daha iyi bilirsiniz…

        2009 yılında Uygurlar nedeniyle Çin’i soykırım yapmakla suҫlayan Erdoğan‘ın ṣimdi neden sustuğunu da iyi bilirsiniz…

        Ṣimdi bu konuları biraz aҫma sırası sizde…

  7. Kâdı ola da’vâcı vü muhzır dahî şâhid, Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?

  8. “Nitekim, Suud yönetimi gizlice uygulattığı Türk ürünlerine ambargoyu kaldırmaya karar vermiş”

    Herşey Erdoğanın itibarı için yapılıyor. Düşünün Erdoğanın halkın gözünde itibarı yerlerde olsa ben düşünemiyorum.
    Erdoğana döviz lazım yoksa ithalat bile zora girecek onun için “wın wın” görüşüne göre davranılmalı.

    AKP’li seçmen tarafından Erdoğan nasıl biri:

    https://www.youtube.com/watch?v=OQqPu47raFs

    “win win Approach”: ya da “kazan kazan” yaklaşımı esasında her iki tarafın da kazandığı bir iletişim, anlaşma, yaklaşım biçimine verilen ad. Tamamen zıt görüşlerin ve çatışmaların her iki tarafın da kazanç sağlayacağı bir şekle dönüşmesini sağlayan kazan kazan yaklaşımı veya davranış biçimi sağlıksız iletişimin ve kötü sonuçlanacağı aşikar olan bir tartışmanın seyrini tamamen değiştireceği için en çok da iş dünyasında karşılaşılıyor.

  9. Kim ne derse desin bizm tarihimiz boyunca hiç bir zaman yüzümüzü agartacak bir adaletimiz olmamıştır. Adaletimiz hep o heykelden ibaret kalmış bizler Ankarada hakimler var diyememisizdir!
    Aslinda her tarafı dökülen bir ülkede adaletin iyi olmasını beklemek de ham bir hyalciliktir
    Selamlar saygılar

    • Sayın namlu, hayatınızda kaç tane şeriye sicil defteri okudunuz da “adaletimiz olmamıştır.” diyorsunuz? Cahil cesareti…

  10. İslam’da birşeyi dikte etmek yerine tevazu, örnek olmak, bir yanağına tokat atmışsa ötekini çevirmek, susmak, çemkirmemek, iyilik yapıp denize atmak, hatta itaat önerilir.
    Bir Müslüman duruşu ve yaptıklarıyla söyledikleriyle kılıçla füzeyle yapılamayacak şeyleri başarabilme gibi bir davranış biçimiyle ödüllendirilmiştir.
    *Biz doğruyu savunalım, doğru olanı yapalım,
    eğri belasını bulur.
    Siyasetçisi hukukçusu hatta birlikleri var gazeteci duyurur. Vazife yapılmış. Gerisi siyasi ise muhalefet de diğerleri de, hukuki ise ben bilemem onlar bilir.

    • Katil mahkemeye kadı olmuş, mahkeme başkanı da bunu haber vermiş. gazeteci katili yakalamış ve hapse atılmış (muhtemelen mahkeme başkanını millete ihbar ettiğinden ya da mahkeme başkanından rol çaldığı için herhalde) Başka gazeteciler de olayların haberlerini yaparak ahaliyi haberdar etmiş. Siyasi olarak katili mahkemeye ben kadı yapmadım ya muhalefet yaptı, hukuki olarak da katili mahkemeye kadı yapanlar hukukçular zaten. Vazife herkes tarafından tam alasıyla yerine getirilmiş işte, bize bir şey kalmamış yani:))

      Bakalım mahkeme kadısı başka daha neler yapacak pür dikkat bekliyoruz. Günlerimiz olanı seyretmekle olacağı da beklemekle geçiyor.

    • “Beni meşgul” arkadaş
      “İslam’da …bir yanağına tokat atmışsa ötekini çevirmek,” diye bir adet yoktur,
      bu bir hristiyanlık öğretisidir,
      bizdeyse zulme karşı susmak dilsiz şeytanlıktır, şiddete karşı derhal misliyle karşılık verilir ok?
      Bilip bilmeden atıp tutmayalım.

      • O da yerine göre doğrudur. Dozunu bilmek haddi aşmamak lazım. Hristiyan dünyasında yanak uzatma kültürü devam etseydi Avrupada kendi aralarında milyonlarca insan ölür müydü. Son örneklerinden işin en günceli Rusya-Ukrayna. Hele hele işin başında Putin gibi göz dönmüş, cehennem çukuruna düşmüşler varsa. Bu ay yaşanan “Paskalya” olayı hristiyanlıkta kutsal bir olaydır. Ateşkes için araya girenlere Putin hiç aldırmadı. Cehennem kaçkınlarına hangi dinden olursa olsunlar böyle şeyleri anlatamazsın. Putin Stalin’in yolunda. Bütün taşkıntılıklar insanın “Nefs”ini kontrol edebilmesiyle ilgili. Bütün insanlığa gönderilmiş Kuran’da bu konunun “en büyük cihat”olarak neden bu kadar vurgulandığı ne kadar açık!

        Putin kadar gaddar olmasa da dinden pek haberi olmayan bizimkilerin dünyasında da bir çok örnek vardır. Elinde muaazam imkanlar olup da kullanmamışlar arasında niceleri geldi geçti. Biri M. Kemal Atatürk Paşamızdır. O kültürü devam ettiren partisi CeHaPe’dir. Çarşambayı takip eden Perşembe misali onyıllar sonra açığa çıkan AkePe de aynı dertten mustarip olduğunu göstermiştir. Yanağına tokat yediği dedelerinin intikamını almakla meşguller. Bütün siyasetleri misliyle bütüne zarar vermekle eşdeğer. Nefs kontrolsüzlüğünün sözümona dindarların başına bela olduğu nice örnekler vardır.

        İşte onun için “Akıl*İman Sentezi” diyorum da pek anlatamıyorum. Bir tarafta işin içinde “iman”ı görenler var, tüyleri diken diken oluyor. Diğer tarafta işin içinde “Akl”ı görenler var; tüyleri diken diken! İşte yeni bir sayfa açıldığında bu polarizasyonu, bu kutuplaşmayı başaran bugünlerin geleceğini kestiremeyen M. Kemal Atatürk Paşababamızdır. Neymiş! ileri görüşlüymüş! İşin acı tarafı ona hala dört elle sımsıkı sarılanların ona bir faydası yok!

  11. Ülkemizde can güvenliği olmadığı gibi veri güvenliği hiç ama hiç yoktur. AB’ye giriyoruz diye milleti ve elalemi kandırmak için yasalar çıkarırlar, ama hiçbirine kimse uymaz. Başta devletim diyen devleti ele geçirmiş çeteler uymaz. Utanmadan mahkemelere emir verirler, dinlemeyin uymayın yasalara anayasaya diye. Her gün paspas gibi yasaların anayasanın üzerinde tepinirler. Bunlar gözümüzün önünde her gün olan kepazelikler.

    Başta devletim diyen kurumlar kendilerine böyle bir görev ve yetki verilmediği halde milleti fişlerler, yani size özel veri toplarlar. Üstüne bu fişleme ile işlem yaparlar. Bakan çıkmış açıkça GBT yapıyorum diyor. Nereden aldın bu yetkiyi, hangi kanundan diye soran bir tane kul yok burada. Ne vekil ve “guguk” adamı. Buna karşı hakkınızı hiç bir yerde arayamazsınız, mahkemeleri de yasaklarlar üstüne gidip şikayet edemezsiniz. Yani burada vatandaşım demeye insan utanır. Vatandaş değilsiniz, bunu kafanıza koyun. Siz sadece tebasınız, kölesiniz, ve size de bu layık. Çünkü ses çıkarmazsanız devletim diyen despotlar sizi aynen böyle koyun gibi sürerler. Hiç de gıkınız çıkamaz.

    Sadece devlet değil, tüm özel tüzel herkes veri toplar burada. Yine gıkınız çıkamaz. Hakkınızı arayamazsınız. Çünkü devlet her zaman çetelerden, yolsuzlardan ve mafyadan yanadır. Gücü yeten yetene.

    Bu kanunsuzluk ortamına ses çıkarmadığınız sürece, demokrasi talep etmediğiniz sürece durumunuz düzelmeyecek. Bunu başta muhalefet partileri her gün dile getirmeli, tüm hukuksuzluklar kayıt altına alınmalı ve yolsuz, kanunsuzlara karşı daha cesur olmalılar. Bir canınız var verecek. Korkmayın biraz adam olun. Demokrasi ucuz değil.

    • Endercim “Ülkemizde can güvenliği olmadığı gibi veri güvenliği hiç ama hiç yoktur.” diyorsun da,
      ne yaparsın; hayatın kendisi bir risktir!
      İtirazı olan?

      • Devlet bu riskleri azaltmak için olmalı. Devletin bizzat kendisi vatandaş için bir güvenlik riski olmamalı. Devlet bizzat mafyalaşmışsa bu durumda devlet denen yapıyı dizginlemek, denetim altına almak birinci görev olmalı. Bugün mafya, çeteler, yolsuzlar borusunu öttürüyorsa bunun birinci sebebi bizzat devlet. Daha doğrusu olmayan devlet. Yada çetelere teslim olmuş devlet. Bunun sorumluluğu hepimizde. Temizlik şart.

  12. Doğu Perinçek erdoğanı desteklemeye başladığı zamanlardan beri hep Beşar Esat’la görülmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye gazetesi dün bir generalin açıklamasını haberleştirdi: ” Irak’ta sürmekte olan askeri operasyon ile Irak’ta bulunan teröristler Suriye’ye geçti. Suriye’deki petrolün ticaretini yapmalarını engelledik. Şimdi de Suriye’ye geçen Iraklı teröristlere operasyon yapmalıyız ama bunun için Şam yönetimiyle temasa geçmemiz gerekiyor” dedi.

    Bu gün de aynı gazetede Fuat Uğur generalin arzusu doğrultusunda Beşar Esat ile görüşülmesinin zorunluluğundan bahsediyor.

    “Katil Esat” diyen Erdoğan Beşar Esat ile nasıl görüşecek Erdoğan’ın askerleri Suriye topraklarında bulunuyorken Esat kendisine katil diyen Erdoğan’la görüşür mü? Görüşmeye razı olsa buna Putin ne der?

    Katar BAE ve İsrail Esad’ı Erdoğan’la görüştürmeyi başarabilir mi?

    Benim asıl merak ettiğim konu bu.

  13. İki olay arasında çok yönlü ve olabilecek en güçlü bağlar var. İki olay da bir birini bütün yönleriyle eksiksiz tevil ediyor, ‘Arap saçı’ durumu bütün yönleriyle hiç bir eksikliği dışarda bırakmadan ihtiva ediyor.

    Bu iki haber üzerine konuşulacak ve düşünülecek hiç bir şey yok. Düşünen de içinde karadeliğin düşünmeyen de…

    Böyle durumlarda iki tür davranış gözlenir 1. Bilgide Nirvana’ya ulaşanlarda kahkaha ile geçiştirme görünür. 2. Diğer grup insanlar olanları önceden ön gördükleri için dönüp bakmazlar bile, şöyle bir göz ucuyla öngörülerinin doğruluğuna bakıp asıl işlerine devam ederler.

  14. EGEMENLİK KÜRESEL KAPİTALİSTLERİNDİR !
    Bu egemenlik Avrasyacılar aracılığıyla kullanılır !
    “Egemenlik” tabirini “Eğemenlik” olarak telaffuz edenlerden başka nasıl kullanım bekleyeceğiz?
    Zaten işe eğerek başlıyor.

  15. Burası bir hukuk devleti değil, tamamen mafya düzeni. Burada koskoca bakanlık, milletvekilliği yapmış tipler mafya babaları ile kolkola göğüslerini gererek resim veriyorlar, devlet adına cinayetler işlediklerini böbürlenerek anlatıyorlar, siyasiler bu mafya babaları önünde paspaslık yapıyorlar, adamları hapisten çıkarmak için “yüce” meclisten af yasaları çıkarıp mafya babaları ile birlikte ne kadar tecavüzcü, kadın çocuk katili varsa ortaya salıyorlar. Hepsine yuh olsun, bu sistemi başımıza bela eden iktidara ve avenesine de. Bu mafya düzeni bitecek. Kanunsuz ve yolsuzların hepsi yargılanacak ve bir daha çıkmamak üzere hapsedilecek. Bu da bizim sözümüz olsun. Bunu görmeden ölmek de haram olsun.

  16. SAYIN KORU! ALLAH DA SİZİ GÜLDÜRSÜN.
    Ben şahsen tabii ki gülmedim. Çünkü olayın gülünecek bir tarafı yok.
    Önceki yazınızda, Kaşıkçı cinayeti hakkında verilen karara şaşırdığınızı beyan edince, çevrenizdekilerin sizin şaşırmanıza şaşırma tepkisi bağlamında güldüklerini beyan etmiştiniz.
    Ben bu karara kesinlikle şaşırmadım.
    Yargıtay’da tek bir karara dahi imza atmamış bir üyenin, AYM üyeliği için en yüksek oyu almasına şaşırmadığım gibi.
    Temennim odur ki, sizin bu son derece makul düşüncelerinize verilen tepki şeklinin, bu seviyede kalması. Nobran ve müstekbir bir gülüşe evrilmemesi.

Yoruma kapalı.