You are currently viewing Gazeteci her çağrıldığı yere gider mi? Gitmeyen ne yapar?
Yasa çıkmış, çıkması için parmak kaldıran milletvekilleri bir arada..

Gazeteci her çağrıldığı yere gider mi? Gitmeyen ne yapar?

“Gazeteci çağrıldığı her yere gider”, benim mesleğe ilk adım attığım günden başlayarak uyguladığım bir kural. Ayaklarımı sürüye sürüye de olsa çağrıldığım hemen her yere gitmişimdir.

Hatta bazen çağrılmasam bile, gitmem gerektiğini düşündüğüm her yere…

AK Parti yarın düzenleyeceği ve muhtemelen ‘seçim startı’ anlamı da taşıyacak ‘Türkiye Yüzyılı’ adını taşıyan toplantısına, daha önceki etkinliklerinde uzakta tuttuğu bir ‘kısım medyayı’ da davet etmiş.

Davet edilenlerden bazıları katılmayacaklarını açıklarken, bazıları “Gazeteci her davete katılır” gerekçesini hatırlatıyor. 

Giden gidecek.

Konu meslek çevrelerinde ve yakın kamuoyunda tartışılıyor.

Ben davetlilerden değilim, böyle bir çağrı da beklemiyordum, fakat davet gelseydi bile katılacağımı sanmıyorum.

Evet, biliyorum, son cümlem yazının girişinde duyurduğum en eski ilkelerimden biriyle çelişiyor. Hem “Gazeteci her çağrıldığı yere gider” diyorum, hem de ‘Türkiye Yüzyılı’ toplantısı için “Çağırsaydım bile gitmezdim” görüşümü paylaşıyorum.

Nedenini açıklayayım.

Türkiye yakın tarihinin en muhataralı döneminden geçiyor. Devleti yönetenler eliyle devletin temel değerleri sınanıyor. Önümüzde kritik bir dönemeç, sonuçları ülkenin ve ülke insanının geleceğini belirleyecek bir seçim var. Sandığa yansıyacak sonuç ülkenin ‘demokratik olma’ iddiasını ya pekiştirecek ya da gündemden bütünüyle kaldıracak.

Gazeteciler demokrasinin olmadığı yerde görevlerini ifa edemezler.

Türkiye için böyle bir tehlike vârit.

İktidar cephesi kendisine atılan ‘pas’ olarak gördüğü, muhalefetin özgürlük alanıyla ilgili pekiştirici bir yasal düzenleme teklifini, temel hak ve özgürlükleri referandumla oylatma projesine dönüştürmenin peşinde.

Bir özgürlük referandum konusu yapılırsa arkasından diğerleri de sökün edebilir.

Demokrasilerin temel kurallarından biri, temel hak ve özgürlüklerin oylanamayacak birer veri olarak kabul edilmesidir.

Hak ve özgürlüklerin sınırları, tarihin dağdağalı dönemlerinden sınanarak geçmiş ve uluslararası belgeler haline dönüşmüş evrensel değerlerden daha dar bir kapsama sıkıştırılamaz.

O değerlerin büyük bölümü bizim anayasamızın da teminatı altında.

İktidar cephesi, kamuoyunda ‘sansür yasası’ adı verilen ve en azından bir maddesi -29. madde- anayasanın basın özgürlüğüne dair temel hükümlerine de aykırı bir yasa çıkarttı.

O yasa çıkmasın diye yazıları ve dilleriyle çaba gösterenler arasında yarınki toplantıya davet edilenler de vardı.  

Eleştirilere kulak asıldı mı?

Hayır.

Tam tersine, basını tehdit altına düşürme amaçlı düzenlemeyi parmak kaldırarak yasa haline getiren iktidar milletvekilleri, o eylemlerinin ardından, zaferlerini kutlamak için bir toplu fotoğrafla poz da verdiler.

Zaferlerini kutlamak için…

Şimdi o toplu fotoğrafa birkaç gazetecinin de katılması isteniyor.

Gidenler gidebilir, ancak öyle bir toplantıya davet edilmiş ve en başta duyurduğum ilkem yüzünden gitmeye kalkmış olsam bile, ayaklarımın bu isteğe isyan edeceklerini biliyorum.

Orada geçireceğim vakitte bir şeyler okumayı veya göz açıcı bir film/dizi izlemeyi tercih ederim.

Dün bir yabancı gazetede -İngiliz Daily Mail’de- karşıma şöyle bir haber çıktı.

Amou Haji isimli bir İranlı hayatının son 67 yılı boyunca su yüzü görmemiş. 

Hiç yıkanmamış adam. Yıkanırsa soğuk kapıp öleceği endişesi taşıyormuş çünkü.

Yıkanmayan biri nasıl bir hal alır, nasıl kokar, nasıl görünür tahmin edersiniz.

Haji de öyle bir halde, kokuda ve görüntüdeymiş…

Kimseler yanına yaklaşamadığı için hiçbir arkadaşı yokmuş, kendisine o haliyle ilgi gösterecek birini bulamadığı için evlenememiş de.

Komşuları yemesine içmesine de dikkat etmediğini, iğrenç şeyler yediğini, pis sular içtiğini de söylüyorlar.

Arkasından.

Ölmüş çünkü Amou Haji, hem de komşularının sonunda kendisini yıkanmaya ikna etmelerinden ve 67 yıldan sonra duş alması üzerinden fazla vakit geçmeden.

“Yıkanırsam ölürüm” düşüncesiyle 67 yıl yıkanmayan adam, duş aldıktan kısa süre sonra ölmüş.

Kadere bak.

Bu haberin ardından, yine dün, bir başka gazetede gözümden kaçan bir olayla ilgili yazı okudum.

Sosyal medya platformlarında ABD başkanı Joe Biden’le ilgili bir video dolaşmaktaymış. Gören ya da varlığından haber alan kişiler, başkaları da görsün diye hemen dolaşıma soktukları için, milyonlarca insan videonun varlığından haberdar olmuş.

Ben kendimi sosyal medyaya açık tutmadığımdan videodan habersizdim.

Videoda, Biden, “Şimdi size milli marşımızı okuyacağım” diyor ve hemen ardından küçük çocukların -bebeklerin- çok sevdiği ‘Baby Shark’ adlı “Dooddo da” tekerlemeleri olan şarkıyı okumaya başlıyormuş.

“Biden tozuttu” ya da “Biden bunamış” iddialarına kanıt olarak kullanılıyormuş videodaki görüntü.

Görüntü sahte tabii.

İngilizcesi ‘deep fake’ olan -bunu Türkçeye ‘derin çakma’ diye çevirebiliriz- bir yöntemle kotarılmış sahte bir görüntü bu.

Sahici gibi görünen sahtelik.

Üreteni bulmuşlar, adam “Şaka yaptım” demekteymiş.

Gazetenin konuyu işleyen yazarı, derin çakma yöntemle üretilmiş videoyu izleyenlerin pek çoğunun onu gerçek bildiğini söylüyor.

BBC televizyonu şu günlerde ‘Capture’ adlı altı bölümlük bir mini dizinin ikinci sezonunu yayımlıyor.

Dizide tam da bu konu -yani ‘deep fake’ konusu- herkesi ilgilendirecek boyutuyla işleniyor. Devlet içerisinde yuvalanmış birileri, istihbarat ve güvenlik unsurlarından birileri, teknolojiyi kullanarak, siyaseti, seçimleri etkilemeye çalışıyorlar o dizide.

Davet almadığım toplantının yapılacağı saatte dizinin bütün entrikaların sergileneceği en son bölümünü izleyeceğim.

ΩΩΩΩ