Osmanlı Devleti’nin yönetiminde ikinci en uzun süreyle bulunmuş (33 yıl) sultanı II. Abdülhamid için herkesin belli bir kanaati vardır.
O kanaati yansıtan olumlu-olumsuz sıfatları çok işitmişizdir de, yeniden tartışma gündemine girdiği şu günlerde, bunlara bir yenisi daha eklendi: ‘Cahil’…
Aslında bu yeni sıfatı padişaha yakıştıranlar, temel bilgilerden yoksun, doğru-dürüst eğitim almamış ve doğal olarak dünyanın gittiği yönden habersiz olmakla yalnızca Sultan Abdülhamid’i suçlamıyorlar; onlara göre bütün Osmanlı sultanları öyle…
Saray içerisinde özel eğitimle yetiştirilmelerine bakıp bu iddiada bulunuyorlar…
Bu genellemenin geçerliliğini gerçek tarihçilere bırakıyorum.
Tabii bildiğimi de özetleyerek: Bu iddia Sultan II. Abdülhamid için geçerli değil. Kendisine en fazla hiddetle –hatta nefretle– yaklaşanlar bile, onun dünya gerçeklerine açık, iyi yetişmiş, kültürlü bir devlet adamı olduğunda ittifak halindedir.
Tanığım ABD’den
Ülkesinde Kongre üyeliği de yapmış olan ABD’li politikacı Samuel Sullivan Cox en sıkıntılı dönemlerden biri sayılabilecek 1885-1887 yılları arasında İstanbul’da büyükelçilik yaptı. Ardından kaleme aldığı ayrıntılı anılarından, Abdülhamid’le ilk kez, Sultan Abdülmecid’in hükümdarlığı sırasında (1851 yılında) ABD’nin ‘milli günü’ olan 4 Temmuz günü karşılaştığını öğreniyoruz.
Mekke Şerifi’ni kabul ediyormuş Sultan Abdülmecid; 11 yaşındaki oğlu Abdülhamid de kabulde hazır bulunuyormuş…
Daha sonra bir kez daha, bu defa Gen. Wallace’ın maiyetinde İstanbul’a gelmiş olan Cox yine bir kabul töreni sırasında görmüş artık tahta çıkmış olan Sultan II. Abdülhamid’i…
Anılarında Sultan’dan şu ifadelerle söz ediyor: “Kendisi dünyanın en çalışkan, titiz, dürüst, vicdanlı ve tedbirli hükümdarlarından biri. Dost canlısı, üstelik âdil. Herbir sözü iyi bir kalbin ve ferasetli bir zihnin alâmeti. (…) Dingin bir vakar ve üstün bir zekâ adamı… (..) Abdülhamid hakkında sıkça yapılan bir yorum, onun ürkek olduğu… Gözlemlerim doğrultusunda, padişahta ve eylemlerinde böyle bir korkudan eser görmediğimi söyleyebilirim.” (‘Bir Amerikan Diplomatı’nın İstanbul Anıları’, İş Bankası Yayınları, 2010),
‘Kızıl Sultan’ ve ‘korkak’ yaftalarını geçersiz bırakan bir tanıklık bu…
Okurken, zihni açık bir Sultan olduğunu, ABD’nin dünya sistemine girmeye hazırlandığını o yıllarda fark ettiğini ve çok uzaktaki o ülkenin giderek göze çarpmaya başlayan başarısının sebebini öğrenme iştiyakında bulunduğunu, Büyükelçi Cox aracılığıyla ABD’deki son nüfus sayımının ayrıntılarına dair bir tren katarı dolusu kitap getirterek incelediğini ve bulgularını onunla tartıştığını da öğreniyoruz.
“Bu istatistiklerin” diyor Cox, “Değerlerimizin ve büyümemizin bir ilânı olarak kabul edilen zenginliği padişahın hayretini mucip oldu. Özellikle orman ve mimarlık ciltlerini inceledi ve kendisi için bazı notlar aldı.”
Her şey bir yana, demokrasiye yürekten bağlı olduğunu anılardan da anladığımız Somuel S. Cox, Şark’ın tantanalı âdetlerini sürdüren, şaşaalı bir hayat yaşayan Osmanlı Sultanı’na hayranlık duygularını, Türkçesi 750 sayfaya ulaşan (‘Diversions of a Diplomat in Turkey’ adını taşıyan İngilizcesi 685 sayfadır) kitabın her sayfasına sindirmiştir.
Gelecek de gelecek
Anıların Amerikalı okur kitlesi için yazıldığını unutmadan son sözlere bir göz atalım (s. 738): “Şark’ın yıldız falı, en dingin yıldızlara bakarak, hatta astroloji uzmanları tarafından okunamıyor olabilir. Aslına bakılırsa –özçıkar anlayışı ve ihtiras anlayışıyla hızlandırılan– Garp’ın en akılcı öngörüsünü bile şaşırtıyor. Fakat dünya, aydınlık ve özgürlük hatlarında, kendisini Rusya gibi –içeride borç yükü ve çaresizlikle dolu ve gerek içeride gerek dışarıda, her yerde hareketlerine ve devamına karşı sürekli karşı çıkılan– bir devletin denetimine teslim edemeyecek kadar ilerlemiş durumda.”
Rusya o gün ve bugün… Osmanlı o gün ve Türkiye bugün…
Sultan Abdülmecid, II. Abdülhamid’in babası, şunu söylemiş, Cox anılarında yazıyor: “İmparatorluğun dört bir köşesindeki her inançtan Müslüman ve Hıristiyanların arasındaki siyasi, medeni ve dini koşulları, padişahın yasaları altında, farklı ırk ve dinlerden tek ve aynı halktan başka bir şey kalmayacak şekilde eşit kılacak… Kısacası, Türkiye toprağını kaplayan tüm millet parçalarını, bu halkların her birinin kendi onurunu, vicdanını, güvenliğini, padişahın himayesi altında monarşik bir milletler konfederasyonu halinde imparatorluğun devamını sağlamakta göstereceği bir tarafsızlık, refah eşitlik ve hoşgörüyle birleştirmek…”
Bunları öngören Sultan Abdülmecid de, genellemecilere göre, ‘cahil’ padişahlardan biri…
Abdülhamid için, “Babasının bu idealini gerçekleştirme girişiminde hayranlık uyandırıyor ve insanlığın çıkarlarına hizmet ediyor” diyor Cox.
Neden bu kadar uzun bir alıntı?
Şundan: Dünyada kartların yeniden karıştığı bir dönemde İstanbul’da ülkesini temsil etmiş, o sırada görevi diplomatlık olsa da aslında politikacı kimliği bulunan bir Amerikalının ilk elden gözlemleri bunlar…
Çoğu yabancıların ikinci elden değerlendirmelerine bakarak bir padişah hakkında ileri geri lâflar sarf edenlerin gözünü açabilir diye düşündüm.
Neden hâlâ tartışılıyor?
Sultan Abdülhamid bugün neden gündem konusu? Önce bir askeri hastane sivilleştirilirken ismi de değiştirildi ve ilk tıbbiye mektebini açan, birden fazla hastaneyi hizmete sokan o olduğu için Abdülhamid’in ismi değişime uygun bulundu.
Ardından, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Sultan Abdülhamid’i anma toplantısına katıldı.
Tartışma böyle başladı.
İyi de oldu. TV ekranlarına çıkacak kadar kendine güvenen ulemamızın ne kadar tek yanlı ve aslında dönemin gerçeklerini anlamaktan ne kadar uzak olduğunu görmemizi sağladı bu yeni ilgi.
Her insan gibi devleti yönetenler de çok yönlüdür. Başında bulunduğu devletin o andaki çıkarlarıyla uzun vadeli planlarının bileşkesi olan bir siyasi çizgi izler hepsi. Birikimli olanları bunda başarılı olur, yetersizler ise devletin başına iş açarlar.
Her şey mümkündür, ama bugün bile hayırla yâd edenleri bulunuyorsa, karmaşık bir dönemin devlet adamı için ileri geri konuşmak, iddialı cümlelerle kendisini mahkum etme gayretine girmek yanlıştır.
Elbette eleştirilebilir, yanlışları dile getirilebilir, ama insafı elden bırakmamak şartıyla.
Nitekim, döneminin her eğiliminden –İslâmcılar dahil– aydını tarafından eleştirilmiştir de…
Demek ki, Sultan Abdülhamid, bunca yıldan sonra bizden rahmet bekliyormuş…
ΩΩΩΩ